22 Haziran 2018 Cuma

Beraber Yürüyemedik Biz Bu Yollarda: 16 Yıllık İktidar Eleştirisi

Tarihi seçime iki gün kaldı.  2002 yılındaki seçim tarihi bir seçimdi. Ekonomik kriz ile pençeleşen, IMF'ye borcu olan, sıkılaştırma politikaları ile maliye politikasını Kemal Derviş'e emanet eden, terörün bittiği, Recep Beyin hapisten seçime katıldığı bir ortamdı. 

Ekonomik Süreç - Konut Piyasası

Bir sonraki seçimde Ak Parti açık ara farkla rahat bir seçim zaferi elde etti. Tabi o sürece gidilirken Ergenekon ve Balyoz davaları, kozmik odalar ve kapatma davası ile mücadele ettiler. Avrupa Birliği'ne vaad edilen reformlar gerçekleştirildi. Ekonomik hedefler tutturuldu. Enflasyon ve faiz rakamları düştü. Paradan altı sıfır atıldı. Ekonomi iyiyken dünyanın hiçbir yerinde iktidar değiştirilmez. Dönemsel olarak %7-8 bandında ekonomik büyüme sağlansa da 16 yıllık ortalama Cumhuriyet tarihi ortalamasını geçmiyor yani 16 yıllık büyüme ortalaması %4-4,5 bandında. Fakat 2008 yılı ile beraber partide bir değişim sürecine gidilmeye başlandı. Recep Tayyip Erdoğan iyi bir orkestra şefi iken sahneye tek başına çıkıp tüm alkışı kendisi almak istedi. Bugün Ak Parti'nin en iyi olduğu dönemde ekonomiden Ali Babacan, maliyeden Abdüllatif Şener, dış işlerinden Abdullah Gül, içişlerinden Beşir Atalay sorumluydu. 

Eğitim ile ilgili bir türlü dikiş tutturulamadı. Sağlık bakanı Recep Akdağ uzun bir dönem bakanlık yapsa bile ben onun çok etkili olduğunu düşünmüyorum. Çünkü ekonomik büyümemiz inşaat sektörüne ve özelleştirmeye yönelik olduğu için birçok insan sağlık sektörüne yatırım yaptı. Binlerce özel hastane piyasaya çıktı. Devlet eliyle yapılan büyük hastaneler yap-işlet-devret modeli ile yapılıyor. Hani o hastane sıralarında artık bekleme yok deniliyor ya. Sağlık sistemini arz-talep piyasasına uyarlayıp hastaları potansiyel müşteri konumuna getirdikleri için parayı veren düdüğü çalıyor. Tabi ki eskiye göre daha iyiye gittik. Allah razı olsun ama daha iyiye gidebilecek potansiyelimiz varken, daha adil ve şeffaf bir sistem kurmak varken, daha az maliyetli yatırımlar yapmak varken bunları yapmamak eleştirilecek bir durum. Gerçekten hastaların ihtiyaç duyduğu ilaç devlet tarafından karşılanmıyor. Doktorlar şiddete maruz kalıyor. Ve en büyük yenilik para vermiyorum diyenler yanılıyor. Maaşınızdan siz farkında olmadan bu kesintiler yapılıyor. Yani vergilerimizi peşin ödeyerek zaten sağlık hizmetinin karşılığını veriyoruz. 

2008 yılında Küresel Finans Krizi gerçekleştiği için Recep Bey'in de  dediği gibi kriz bizi teğet geçti. Çünkü Türkiye'nin bütçe açığı Avrupa Birliği kriterlerine göre milli gelirinin %38'i civarındaydı.Yani çoğu Avrupa Birliği ve gelişmiş ekonomiden daha iyiydi. Fakat Türkiye Ak Parti iktidarı ile beraber özel sektörün taşeronluğunu yaptığı bir büyüme modeli izlediği için eskiden devletin bilançosunda gözüken borç artık özel sektörün bilançosunda gözüküyordu. Bu yüzden meydanlarda IMF'ye borcumuz kalmadı, devlet bütçesi artık denk diye masallar anlatabiliyorlardı. 

2008 Krizi küresel bir kriz olduğu için Amerika Merkez Bankası dünya piyasalarına yaklaşık 4 trilyon dolar para enjekte etti. Gelişmiş ülkelerin faiz oranları %1-2 bandında iken bizde faizler %7-8 bandında olduğu için sıcak para bizim ülkemize aktı. Özel sektör mevcut borçlarını çevirdi, hatta finansman bolluğu sayesinde döviz cinsinden daha da fazla borçlanmaya devam etti. Bugünkü döviz kurlarının yükselmesinin altında yatan gerçek neden budur işte. 

Bugün gelinen noktada dünya on yıl önce mortgage ve inşaat sektörü kaynaklı krize girmişken biz paçayı yırttık diye seviniyorduk. Fakat bugün yüksek ev faizleri, ihtiyaç fazlası üretilen konutlar, arz-talep kanununa göre fiyatı düşmesi gerekirken her geçen gün artan ev fiyatları ve her köşe başına inşa edilen AVM'lerin yarattığı tüketim çılgınlığı ile boğuşmak zorundayız. Bir zamanlar ülkede gecekondulaşma sorunu vardı. Bugün o gecekonduları yıkıp yerine sıra sıra binalar diktik. Müteaahhitler zengin oldu. Fakat yıllardır kirada oturan sıradan halkımız ya ev sahibi olamadı ya da 20 yıllık vadelerden bankalara borçlanarak bankaların sebepsiz zenginleşmesine vesile oluyorlar. Evet elimizde muazzam bir para stoku ve yeniden yapılanma için fırsat varken biz bunu heba ettik. Yeni milyonerler çıkardık piyasaya. Ev fiyatlarından ulusal bir kumarhane yarattık. Gecekonduları temizleyip her yeri apartmanlar ile kirlettik. Evde oturanların çoğu o evlerin sahibi değil. 

Eğitim Sistemi - Adalet Sistemi ve İnsan Hakları

Her dönem değişen hatta bazen aynı dönemde birkaç bakanın değiştiği bir eğitim sistemimiz var. Biz Türklerde şöyle bir algı var. En iyi sistemi kurarız, anayasa taslaklarını ve yazılı evrakları en modern şekilde yazarız. Fakat uygulamaya geldiğinde yazılanlarla ile gerçekleşenler arasında dağlar kadar fark vardır. Sınav sistemi kaç kez değişti bilmiyoruz. Yıllardır sınava giren birisi olarak şunu diyebilirim ki sorulan sorular değişmedi. Soruluş tarzı değişmedi, test sınavı olmaya devam ediyoruz. Fakat değişen şey sınava kaç oturumda girdiğimiz, dershaneler yerine etüt merkezleri ve özel ders verilen sistemler. Halkın çocukları devlet okullarında şeffaf ve yeterli bir eğitim alamıyor. Dershanelere akıtılan paralar artık özel okullara akıtılıyor. Ama sorarsanız eğitim parasız. Bedava kitap, bedava defter. Eskiden bunu da bulamıyorduk diyenler var. Ayakta uyutuyorlar. İnsanların cebinden paraları farkında olmadan alıyorlar. 

Çocukların sanatsal gelişimi, özgüveni dikkate alınmıyor. Rövanşist bir anlayışla imam hatiplilerin bir zamanlar yenilen haklarını vereceğiz diye başkalarının hakları yeniyor. Bilimden ve teknolojiden uzak bir eğitim sistemimiz var. Her öğrenciye tablet dağıtmak ile ileriye gidilmiyor. O tableti kullanan çocuklar vikipedia sitesine giremiyor. Okullara yapılan laboratuvarlar kullanılmıyor. Yurt dışındaki başarılı sistemler araştırılmıyor. Ve gelinen noktada 16 yıllık iktidarlarında eğitim sisteminde bir arpa boyu yol alınamadı. Öğrencilerin eğitim hayatına yazık oldu. 

Adalet sistemi ve insan hakları ile ilgili uluslararası örgütlerin listelerinde alt sıralardayız. Bireylerin hukuk sistemine inancı yok. Rövanşist anlayış yüzünden hukuk sistemine atanan ideolojik gözlükle davalara bakan hakimler ve savcılar yüzünden binlerce insan mağdur oldu, yılları heba oldu, hayatlarını kaybettiler. Politikacıların açtığı tazminat davalarına bakmaktan hakimler vakit bulamıyor. Mesela hakaret ettiği için  hapislere atılan, linç edilen insanlar var. Evet bunu tasvip etmiyoruz. Fakat kadınları öldürenlerin, hayvanlara işkence edenlerin serbestçe gezdiği ülkede hâlâ söylemlerinden ve düşüncelerinden dolayı hapse girenleri görmek içler acısıdır. 

MEDYA

Bundan 20 yıl önce medyamız zengin iş adamları tarafından şekillendirilen bir yapıya sahipti. Yani partiler üstü bir durum vardı.  İktidarda güçlüyken desteklenip, gücünü kaybedince eleştiriliyorlardı. Evet para karşılığı manşetler atılıyordu. Fakat herhangi bir partinin meyda organları yoktu, varsa bile propaganda yapacak kadar gücü yoktu. Yani partiler seçime girdiğinde fırsat eşitliği vardı, seçmenlerin beyni yıkanmıyordu. Taraflı yayınlara bu kadar maruz kalmıyorlardı. 

Bugünkü iktidarın sahip olduğu gazeteler, televizyon kanalları, satılık kalemler, gazeteciler ile Hitler Almanyası'nın propaganda bakanlığı kuruldu resmen. Adil bir seçim yarışı yok. Bilgi kirliliği var. İlkeli yayın politikası yok. 16 yılda eleştirdikleri medyayı düzeltmek yerine para ile satın alıp daha beter hale getirdiler. 

Ordu ve Terör Süreci

Bu iktidarın seçim vaatlerinden biriydi. 12 Eylül'den hesap soracağız diye koskoca Türk ordusunu cemaate kırdırttılar. Binlerce muzavvaf asker, eğitimli ve tecrübeli asker ihraç edildi, gelişimi engellendi. Tutuklandı, hapishanelerde öldü, aileleri dağıldı. Ordunun gelişim süreci sekteye uğradı. Şimdi şunu diyenler olabilir. Savunma sanayide millileştik diyenler olacak. Ürettiğimiz uçakların, tankların, silahların benim bildiğim kadarıyla patent hakkı ve yazılımları bize ait değil. Eğer yanılıyorsam özür dilerim. Beni düzeltin. Otomobilleri montaj sanayi ile yıllardır ürettiğimiz gibi milli silahları da öyle üretiyoruz. İçerisinde belki yerli tüfeğin tüm hakları bize aittir. Fakat yiğidi öldür hakkını yeme. Bunun için de Allah razı olsun. Türk milleti asker millettir. Bugün onca davaya rağmen hâlâ ayakta ise;  analarının kuzusu erlere şükürler olsun. 

2002'de biten terör nasıl hortladı. Dış mihraklar diyecekler. Dış mihraklar her zaman vardı. Bir kumar oynadı bu iktidar çözüm sürecine gitti. Ama dünyadaki örneklerini hiç araştırmadılar. Terör örgütüne silah bıraktırmadan onları yıpratmadan müzakere sürecine girdiler. Yapılan hatalar bize neye mâl oldu derseniz. Hatay ve Suruç olayları. Talan olan binlerce köy ve onlarca şehir. Büyük şehirlerde yaşanan büyük terör eylemleri. Turistlerin ülkeye gelmemesi. Güven ortamının kaybolması. Bunların hepsi iktidarın iyi bir şey yapmak isterken eline yüzüne bulaştırması sonucu olmuştur. 

Dış politikada sıfır sorun süreci, sıfır ilişkiye dönüştü. PKK terörünü bitiremediğimiz gibi. Büyük Orta Doğu projesinin eş başkanı olduk. Sınırlarımızda terör örgütlerinin kurulmasına göz yumduk.  Irak'ta 1,5 milyon insanın ölmesine seyirci olduk. Suriye darmadağın oldu. Filistin ile İsrail arasında Aşk-Memnu romanındaki gibi ilişki yaşıyoruz. Kızılay ile gönderdiğimiz yardım paketleri ile vicdanımızı rahatlatmaya çalışıyoruz. Kanayan yarayı tedavi etmek yerine, kanamasına müsaade edip, sürekli pansuman ediyoruz. Hastayı öldürmüyoruz, ama süründürüyoruz. Bunun için bir de teşekkür bekliyoruz. 

YPG, DEAŞ, EL-Nusra gibi onlarca terör örgütü kuruldu. Kimilerini öfkeli gençler olarak gördük. Silah gönderdik. Ve bugün Türk ordusunu üzerilerine gönderip bitirmeye çalışıyoruz. Milyarlarca dolar silaha harcanıyor. Her gün şehitlerimiz gelmeye devam ediyor. Cennetten arsa satıyorlar. Arkada kalan ailelerine ise ev anahtarını miting meydanında sallayarak veriyorlar. 

SONUÇ

Çok uzun bir yazı oldu farkındayım. Hatta değinmediğim birçok konu, birçok detay var. Fakat eminim bu kadarını bile okuyacak takatiniz ve gücünüz yok. İnşallah bir gün akademik bir çalışma yapma fırsatım olur. 

Bu yazıyı yazmamın nedeni 16 yıllık iktidarın benim nazarımda gözüme batan yanlışlarını dile getirmekti. İcraatlerini anlatmama gerek yok zaten kendileri 7/24 anlatıyor. 20 yıl bu ülkenin okullarında eğitim alan bir genç olarak nelerin eksik olduğunu çok iyi biliyorum. Olmayan fırsat eşitliğinden her zaman şikayet ettim. Bu fırsat eşitliğini yenmek için yıllar boyunca binlerce kitap okuyup, her türlü ortamda bulunmaya çalıştım. Siyasi ideolojimi hiç saklamadım. Ama empati kurup, aklı selim düşünmeyi öğrendim. Hâlâ daha geliştirmek için çabalıyorum. 

Oy verdiğim partiyi de kendimi de hep eleştirdim. Eksiklerimi görmeye özen gösterdim. Siyasi tartışmaların bilgiye dayalı olması için elimden geleni yapıyorum. At gözlüğü ile bakmamak için, siyasi ideolojinin batağına batmamak için çabalıyorum. Bugün iktidar değişsin hatta benim oy verdiğim parti iktidara gelsin. Ben onları yine eleştireceğim. Çünkü iktidar yozlaştırır, mutlak iktidar mutlaka yozlaştırır. O yüzden seçtiğimiz insanlar bizim nefesimizi enselerinde hissetmelidir. O gücün, o paranın altında kim olsa ezilir. Erdoğan'da bunu yaşıyor. O yüzden bundan sonra gelecek olanlarda aynı hataya düşmeyelim... 

12 Haziran 2018 Salı

Falan Filan...

Bir şeyler yazmak için oturduğumda bilgisayarın başına, bir anlığına ekrana boş gözlerle bakarken buldum kendimi. Bundan yaklaşık on yıl önce üniversiteyi yeni kazandığım dönemde içimde bir şeylerin biriktiğini anlamış ve blog yazmaya başlamıştım. Zaman kum taneleri gibi avucumun arasından kayıp geçmiş. Neleri takmışım kafama, karın ağrısı ile uyandığım sabahların sayısı her geçen gün artmış. Stres katsayısı bir şeyleri başardıkça azalmak yerine daha da fazla artmış. Şu engeli de aşarsam artık düzlüğe çıkarım dediğim her anda, karşıma aşılması daha da zor engeller çıkmış. 

Ne değişti 10 yılda hayatımda diye düşünüyorum. Siyasi fikirlerim, ekonomik bilgim zamanla olgunlaşmış. Ön yargılarım bir bir kırılmış, tuzla buz olmuş. Dini maneviyat yerini evrensel ahlak normlarına bırakmış. Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Can Yücel ve nicelerini okuya okuya ateist mi oluyorum diye düşünmüyor değilim. Ama ufaktan da olsa içimde hâlâ bir Allah korkusu da yok değil? Fakat günah işlemekten de korkmuyorum. Eşiği bir yerde geçtim. İyi bir insan nasıl olunur, bunun kriterleri nelerdir bilmiyorum. 

Önümüzdeki otuz sene daha nasıl çalışırım kara kara düşünüyorum. 6 yılda edindiğim tecrübe ve birikim içimde potansiyel bir seri katil barındırdığımın farkına varmamam neden oldu. Gelecek otuz yılda Hannibal'a dönüşmemem için herhangi bir engel yok. Eskiden insanları anlayışla dinler, sessizce işime bakardım. Artık saçmalayan ve başkalarına karşı saygısı olmayan insanlara tahammülüm kalmadı. İnsanlar iş hayatında yanıma gelip, yalancıktan halimi hatrımı sorup, iş olsun diye baş sağlığı diledikten sonra işlerini yaptırmaya çalışıyorlar. Birileri başarı merdivenleri elleri cebinde çıkarken, pamuklara sarmalanıp korunurken; bizim kıçımıza vites kolu sokup beşe takan iş hayatına ne demeli inanın bilmiyorum. 

Ailem bin bir güçlükle okuttu, üzerimde teyzemden dayıma, komşumdan arkadaşıma herkesin emeği var. Nasıl öderim onların hakkını. Vefa borcu denen şeyin altında her geçen gün eziliyorum. Kendi yoluma bakıp hayata devam etmek varken her defasında geriye dönüp birilerine borcumu ödemek zorunda gibi hissediyorum.

Kızlar konusunda elime geçen fırsatları cömertçe harcadığımı düşünüyorum. Yani saha şartları uygundu, istediğim toplarla da buluştum fakat kimi zaman topu taca attım, kimi zaman ayağımda gereğinde fazla tuttum. Kimi zaman da ofsayta yakalandım. Şu an ki durumum Sadri Alışık'tan hallice "Bu da mı gol değil be!" 

Açık sözlü olursam kısa vadede kaybederim ama uzun vadede kazanırım diye düşündüm hep. Sanırım kısa vadede kaybetmeye devam ediyorum. Uzun vadeyi de görmeye Allah ömür verir mi meçhul! Kariyerimle ilgili elle tutulur bir hayalim yok. İşimden nefret ediyorum. Neden diye soruyorlar? Tıpkı okul hayatında olduğu gibi fırsat eşitliği yok. Mütevazi ve küçük bir dünyadan çıkan bizim gibi insanlar; büyük hayaller ve acımasız rekabet ortamında hangi yöne gideceğini şaşırıyor. İnsanlara güvenmeye başladığınız anda aslında kazık yemeye başladığınızı öğreniyorsunuz. Çıkara dayalı ilişkileri yürütmek her baba yiğidin harcı değil, o yüzden gereğinden fazla yıpranıyorsunuz. 

Kadınlara karşı ne zaman dürüst olacağımı henüz öğrenemedim. İlişkinin başında dürüst olduğumda karamsar bir görüntü çiziyorum. Hani o çok sevdiğim şairlerden alıntılar yaparak yaptığım konuşmalar var ya. Beni aptal konumuna düşürmekten, bu çocuk hangi dünyada yaşıyor acaba gibi sorulara maruz kalmaktan başka bir işe yaramıyormuş. Halbuki Şükrü Erbaş bir şiirin de ne kadar güzel ifade etmiş bizim gibileri: "Öyle büyük umutlarım olmadı benim; büyük düşlerim, özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. Koşullarım beni oluşturdu, ben acılarımı buldum. Herkes gibi yaşasaydım eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi avutmaya beni..."

Sebebini sen söyle ey doyumsuz ilk gençlik,
Hangi kadını sevdiysem mutsuzluk verdim...

Bu yazının amacı kendi kendimle konuşmaktı aslında. Çünkü kime döksem içimi geriye toplamak çok zor oluyordu. Ve nasihate değil, sessizce dinlenmeye ihtiyaç duyuyordum en çok...



Bir insanın ölümü düşünmek için haklı bir sebebi olabilir mi?

2021 yılında hiç blog yazmamışım. Ne olacak benim bu üşengeçliğim bilmiyorum. Halbuki eskiden her Allah'ın günü bir şeyler yazardım. 20&...