27 Mart 2016 Pazar

Bir Hayal, Bir Dize, Gelsin bu hikaye hepinize...

         İstanbul, her gün  kulağımıza fısıldanan; kimilerinin mutlu sonla bitip, kimilerinden ders çıkardığımız hikayelerin şehri. Benim hikayem bu şehrin neresine kazınmış diye sorarsanız, henüz yazmaya başladım derim. Bir hayal, bir ümit yapılacak listesi de bir o kadar kalabalık. Bu yazıyı hayatımın ta kendisi olan kitaplara, onları yazan koca yüreklere ve etkisi bir ömür dinmeyecek mısralara ayırıyorum. 

        Murakami'nin kitaplarını okurken aldığım hazzı anlatamam, Sabahattin Ali döneminin yazarları gibi değil, her daim ruhumuza hitap ediyor. Değişmeyen hikayelerimizi öyle güzel almış ki kaleme. Ondan 50 yıl önce Jack London tüm dünyaya yayınlamış yaşam manifestosunu. Küçücük bir çocuğun dünyasını Mauro Vasconcelos'tan daha iyi kim anlatabilir. Peki Ortadoğu'nun sıcak kumlarında yatan hüzünlü hikayeleri nakış nakış işleyen Khaled Hosseini'ye ne demeli. Ergenliğe girerken gencecik yüreğimde bir isyan ateşi yaktım. Avucumun içine sığmadı taştı bedenime. Chuck Palahniuk'u okuduğumda küfrettim düzene. Tezer Özlü, Barış Bıçakçı, Hakan Günday ve Emrah Serbes  karamsarlığı hapsetti bedenime. Dünya klasiklerini sayarsam bu yazıyı sonlandırabileceğimi sanmıyorum. Ama Dostoyevski, Tolstoy , Balzac çığır açtı küçücük hayal dünyamda.
                 
              Tabi gönlümde ayrı yeri olan insanlara büyük bir parantez açacağım. Charles Bukowski'nin hayata karşı aylak duruşunu, kadınlarını, bitmeyen sigaralarını, dibi görünen şişelerini, sarhoş iken bir erkeğin naif yüreğini. Tüm hatalarını bir kaç dize ile unutturuşu...

             Şiir ile keşke daha erken tanışsaydım derim. Turgut Uyar'ın Tomris'ini kıskandım hep. Yalnız değilmişim ama; Edip Cansever ile Cemal Süreya'nın kalbine de dokunmuş o mısraların prensesi. Bir kadının sevdasını bir de hayatın çilesini çekmişler. Can Yücel ak ama bir o kadar da kirli sakalı ile hayata karşı duruşumun simgesi oldu. Bilgelik farklı bir şeymiş galiba ben o zaman anladım. Ve bu hayatta yaşamayı hak eden bir kadına da değinmeden edemeyeceğim. Öldüğünde haberim bile olmadı. Şiirle o kadar geç tanıştım işte. Belki onun anısına karalardım bir şeyler. Ruhun şad olsun mutsuz ama güzel kadın Didem Madak. Son dizeyi okuduğumda bir yaş süzüldü sağ gözümden. Küçücük kızına yazacak ne çok şiirin vardı belki de....

             Murakaminin dizeleri ile bağlıyorum gönlümden geçenleri. " Yaşamın bir bisküvi kutusuna benzediğini düşün. Kutunun içinde, her tür bisküvi vardır,sevdiklerin de sevmediklerinde, öyle değil mi? Ve insan sevdiğini önce yerse geriye pek sevmedikleri kalır sadece. Ben kötü günler geçirdiğimde hep böyle düşünürüm işte. İnan bana yaşam bir bisküvi kutusu gibidir..."

19 Mart 2016 Cumartesi

Kendime Yeni Bir Ben Lazım...

     Sertab Erener arkamda bıraktığım koskoca bir yılı 4 dakikalık bir şarkı ile ne kadar da güzel anlatmış. Yeni bir aşk, yeni bir iş yine  gülecek bir neden lazım. Kısacası kendime yeni bir ben lazım. Bir çalar saat sesi ile başlayan güne kocaman gülümseyemiyorum belki ama. Kravatımı sıkı sıkı boynuma dolarken aynada yamuk dişlerime gözüm takılmıyor değil. Elimde kitabımla metroya yürürken hayal kurmaya ve parmaklarımı şıklatarak ritim tutmaya devam ediyorum. 

    Okuyacağım yüzlerce kitap, kat edeceğim kilometrelerce yol, tanıyacağım nice insanlar, düşündürmeye sevk edecek onlarca film ve peşinden koşacağım hayallerim var. Stresten kıvranırken her şey yolunda diye kendimi teskin etmeye devam edeceğim. Kardeşim ben farkında olmadan büyümeye devam ederken, saçlarım beyazlaşıyor ve ben gün geçtikçe daha da mı olgunlaşıyorum ne! Kendimi hep gülümserken hatırlıyorum. Sanırım iş stresi ve gelecek kaygısı beni de biraz olsun asık suratlı bulldog köpeğine çeviriyor. Yakında ağzımdan salyalar akıtarak ısıracağım birilerini. 

 

 Koskoca bir yıl gencecik adamları aldı götürdü hayatımızdan. Kadere iman testinden geçtik, ölümün soğuk yüzü ile karşılaştık. Geçmişte kalan güzel günleri film şeridi yaptık gözlerimizin önünde, usulcana ağlarken duvar kenarında geceleri sabah yaptık. Hep içime atıyorum ama artık birilerine anlatmam gerek. Bir kere geliyoruz şu üç günlük dünyaya, yeterince derdimiz var yenilerine bir başkaları da eklenmesin artık. 



       
       İnsanların hatıralarında usulcana yer edindiğimi fark ettim. Yazdıklarımla, söylediklerimle, kalp yüzün aynasıdır derler. Ya olduğum gibi göründüm ya da göründüğüm gibi oldum. Kendi hatalarımdan ders çıkaracak kadar yüzleştim kendimle. Kibirden dolayı bir karış havalandığımda ilk tokadı ben indirdim hep kendime. Herkes bir nedeni var mı diye soruyor ama bilin isterim. Kendini sevip de mutlu edemeyen insan, başkasının mutluluğuna talip olmasın. Ben henüz ilk aşamayı geçemedim. O yüzden bekleyişteyim. 

        26 yaşımda hala başarılı olmanın ne demek olduğu bilmiyorum. O yüzden yaptığım her işin sonunda  vicdanımın sesini dinliyorum. Eğer içime siniyorsa başkalarının ne dediği umrumda olmuyor. Para, para, para... Yarın yaşayacağımın garantisi yok iken çok kazanmak benim neyime. Yeter ki aza kanaat edecek gücüm olsun. Borcum olduğu için bazı şeyleri yarına ertelediğimin farkındayım. Fakat bir gün tasmasını kopartan köpek gibi serbest kalırsam, bilinçsizce koşup nefes nefese kalmaktan da korkmuyor değilim. Bugüne kadar hiç bir kıza söz vermedim. O yüzden hala hazır olacağım günü bekliyorum. Pastanın mumlarına üflerken dilek tutuyoruz ya, sanırım ne dilediğimi söylememe gerek yok. Az çok tanıyanlar bu hayattan ne beklediğimi biliyor. İşte o hayatta beraber olmak dileğiyle....

            

9 Mart 2016 Çarşamba

Hepimiz bir gün birilerinin anılarında yerimizi alacağız...

       Yine bir boş sayfaya bakarken buluyorum kendimi. Kitapların biri gidiyor biri geliyor. Altı çizilecek o kadar çok kelime var ki; her geçen gün daha da mı anlam kazanıyorlar ne? Bu arada her sabah metroda insanlar alemini gözlemlemeye de devam ediyorum. Sabahın köründe bir çalar saat sesi ile uyanan insanlar neden koşarak giderler işlerine akıl sır ermiyor. 

         Bir hayale tutunmak isterken her geçen gün başkaları giriyor rüyama. Şu hayatta mutluluktan başka paylaşacak neyim var ki diye soruyorum kendime. İzel -Çelik - Ercan'ın beraber olduğu yıllara dönsek , Grup Vitamin ile güne neşeyle uyansak keşke. Anneannem bahçede çiçeklerine özenle bakardı o yıllarda, dedemin omzundan toplardık dallardaki meyveleri. İlker ile aynı divanda yan yana yatardık. Yorgan altı kıkırdardık, sofrada kahkahalar atardık. 

      26 yaşıma  bir hafta kala ölüm bir kez daha geldi aklıma. Kendime verdiğim sözler asıldı boynuma, Peki dedim bir iş buldum kendime. Bir ömür boyu sevmediğim bir işte mi çalışacağım. Sevemediğim insanlara nasıl katlanabileceğim. Sınav bu mudur? Demek ki insanlar bu yüzden banka soyuyordu. Bukowski'nin dediğini kulağıma küpe yaptım. "Aslında hiç kaybetmedim,  sadece sistemin istedikleri kazandı. Meteliksiz olabilirim ama niteliksiz değilim."

        Bir gün gazetenin üçüncü sayfa haberlerine takılıyor gözüm. İsminin ve soy isminin ilk harfleri kodlanmış genç karşılıksız aşk yüzünden canına kıyıyordu. İşte o genç birkaç gün önce gözümün içine bakıp hayatıma yeni bir sayfa açmak istiyorum abi diyen genç.Kendi dünya derdimize düşüp, gencecik bir çocuğun ölüme gidişine göz yumduk. Hangimizin aklına gelmiyor ki kolay yolu seçmek. Tek fark o çocuk kadar yüreğimizin olmaması. Çok değil bir kaç gün oldu. Birkaç gece uykularımız kaçtı, nasıl olur bu ya dedik kendi kendimize. Ve en sonunda hayat kaldığı yerden devam etmeye başladı... Hepimiz bir gün birilerinin anılarında yerimizi alacağız tıpkı İlker ile Menan gibi. Mutlu olmayı en çok siz hak ediyordunuz ruhunuz şad olsun. 

5 Mart 2016 Cumartesi

Babam Gibi Olmayacağım...

Bir akşam arkadaşlarla geldik bir araya. İçimdeki mandıra filozofu başladı konuşmaya. 25. yaşımızı da deviriyoruz beyler, ömrümüzün üçte birini tükettik. Elde ne var. Merak etmeyin bir araya gelip iş kuralım demeyeceğim her zaman ki gibi. Ama siz de aynı şeyi hissetmiyor musunuz? Özel olmak mesela. Babalarımızın evlatlarıyız bunu inkar etmiyorum. Fakat hayal kurmanın da ötesine geçmemizin vakti geldi de geçiyor. Ben artık sıkıldım bir şeyleri yarına ertelemekten.
 Babalarımız borçlanıp ev alalım diyor. Kazık çakmaya gelmedik bu dünyaya. Tek isteğimiz bir yuvamız olsun, hep beraber olalım öyle değil mi? Bilmiyorum ya sonunu kestiremiyorum. Bir kıza ümit vermektense, kendi yolumda yalnız başıma ilerlerim daha iyi mi diyorsunuz? 
Sizce de babalarımız tarafından azat edilmemizin vakti gelmedi mi? Evet vefa borcumuzu bir ömür boyu ödeyemeyeceğiz. Ama bu onların istedikleri adam olacağımız anlamına gelmiyor. Biz onların hikayelerinde figüran olmak zorunda değiliz. Neden kendi hikayemizi yazmıyoruz. Olmazsa kaybedecek neyimiz var. Sil baştan başlarız.

Birkaç dakika sonra boş sokakta kendimizi koşarken bulduk. Kahkaha atıyorduk. Çıldırmamıza ramak kalmıştı belki de. Babam gibi olmayacağım diye bağırıyorduk. Göz göre göre yalan söylüyorduk ya hadi neyse. Çünkü hayat ne kadar çok kaçmak istesek de bizi o yola sürüklüyordu. Aynaya bakmamıza gerek yok. En büyük kanıt bizim varlık sebebimiz. Bundan yıllar önce bugün baba dediğimiz adamlar, kendilerine söz vermemiş miydi sanki? Belki onlarda babam gibi olmayacağım diye bağırıyordu. Hayallerini daha fazla ertelemekten sıkılıp risk aldılar. Bir yuva kurdular. Ve aldıkları risk ortada. Babam gibi olmayacağım diyen evlatlar…

Bir insanın ölümü düşünmek için haklı bir sebebi olabilir mi?

2021 yılında hiç blog yazmamışım. Ne olacak benim bu üşengeçliğim bilmiyorum. Halbuki eskiden her Allah'ın günü bir şeyler yazardım. 20&...