31 Ekim 2012 Çarşamba

DIŞ TİCARET GÜCÜ

    Dış ticaret üzerine artan ilgim bu konu hakkında beni daha çok okuma ve araştırma isteğine itti. Bu yazımda kendimce coğrafi keşiflerden bugüne evrim geçiren ve gelişen dış ticareti dilim döndüğünce anlatmaya çalışacağım.

     Osmanlı Devleti'nin ekonomik olarak gücünü kaybetmesine sebep olan Coğrafi Keşifler Avrupalı ülkelerin  gücüne güç katmasına ve Osmanlı hegemonyasına karşı çıkmasına sebep olmuştur. Avrupalı devletlerin bugünkü ekonomik yapılarının oluşmasına zemin de hazırlamıştır bu olay. Değerli madenleri taşımak, onlara ulaşmak, dış ticareti artırmak amacıyla güçlü deniz filoları ve ordular kurulmuş. Artan dış ticaret hacmi zamanla rekabete dönüşmüş ve ülkeler arası mal transferi yanında emek transferi de yaşanmaya başlamıştır. Peki keşfedilen yeni kıta ve değerli madenler Avrupa halkına hep refah ve bolluk mu getirmiştir. Tabii ki de yan etkileri görülmüştür. Değerli maden akımı ile Avrupa'da ortaya çıkan pahalılık köylüleri fakirleştirmiş, zengin toprak sahipleri feodalleri ise ciddi bir biçimde sarsmıştır. Değerli madenler ile ülkelerin harcamaları artmış dış ticaret açıklarını kapatmak için köylülerin üzerine ekstra vergiler yüklenmiştir. 100-200 yıl süren bu süreç sonunda toprağa bağımlılık azalmış, lonca sistemi bozulmuştur. Toprağını terkeden köylüler Sanayi Devrimi'nde ucuz işgücü olarak kullanılmıştır. Bugüne baktığımızda Mao'nun Çin'de yapmış olduğu devrimden sonra 300 milyon köylünün şehre göç ettirilmesi sonucu sağlanan ucuz emek gücü ile Çin bugünkü ekonomik kalkınmasını gerçekleştirebilmiştir.

     Dış ticareti bu kadar önemli kılan nedir? Çok güzel bir söz dış ticaretin önemini anlatıyor; "Dış ticaret zenginlik yaratır, zenginlik güç demektir, güç de ticaretimizi ve dinimizi korur." İşte bugün uluslararası şirketlerin, zengin devletlerin neden sanayileşmeye ve sömürgeciliğe önem verdiğini anlıyoruz. Dış ticarette ülkeleri avantajlı duruma getiren satmış oldukları ihraç mallarının pahalı veya ucuz olması da değildir. Önemli olan söz konusu malların kıtlığı ve bolluğu bunun yanında da dış talep esnekliğidir.

      Bugün Türkiye'nin durumunu göz önüne aldığımızda yapılan araştırmalar ve planlamalar dahilinde aslında ülkemizin ekonomik olarak büyük bir güç olma potansiyeli inanılmaz derece yüksek. Örnekler ile açıklarsak; Rusya,Irak,İran,Azerbaycan gibi önemli enerji kaynaklarına sahip ülkeler ile komşuyuz bunun yanında Güneydoğu Anadolu'da  Irak petrollerine bedel rezervlere de sahibiz. 3 tarafı denizlerle ile çevrili olan Türkiye'de yeraltı kaynakları yanında yenilenebilir enerji kaynakları da mevcut. Altın, bor, toryum gibi önemli madenler ülkemizde ciddi derecede rezervi bulunmakta. Bulunduğu coğrafyaya nazaran aşırı genç bir nüfus ve daha aklıma gelmeyen birçok avantaj. Bunu kullanabilecek bir lider ve onun etrafında kenetlenebilecek bir halk ile Türkiye neden eskisi gibi süper bir güç olmasın...

20 Ekim 2012 Cumartesi

Vatan Böyle Sağ Olmasın !

       Ne zamandır askerlik üzerine düşüncelerimi aktarmak istiyordum. Malum son aylarda bir çok kardeşimiz şehadet şarabından içip aramızdan ayrılırken, klavye delikanlıları buna bende dahilim şehitlerimizi trend-topic yapıp üzerimize düşen görevi yerine getiriyoruz. Ondan sonra da bu ülkede bir şeylerin yolunda gitmesini bekliyoruz. Bu ülkede her konunun uzmanı vardır maşallah. Sabahları Türk insanı ne giyse diye program yapılır, öğlenleri Müge Anlı dedektifçilik adı altında kendini tatmin eder, akşamları kimi kanalda siyaset tartışılır kimi kanalda da spor programları vardır. Ama o spor programlarında sunucular da savaş muhabiri gibidir her an her şey olabilir stüdyo da. Bu ülkede olunmayacak bir şey varsa bence bu kesinlikle askerliktir. Şimdi kendi bakış açım ile izah edeyim...

         Bu ülkeyi Osmanlı hantallığından ve vurdumduymazlığından , aynı zamanda düşman işgalinden kurtaran asker. Bu asker gitti bir de haddini aştı Cumhuriyeti ilan etti, kadınlara seçme ve seçilme hakkı verdi. Kendi anayasasını yaptı, ülkeyi millileştirdi. Muhasır medeniyetler seviyesine çıkarmak için çabaladı. Sonra bu asker baktı işler kötüye gidiyor halkın iradesini hiçe saydı demokrasiye bir darbe yaptı, masumları astı ve bunu iki kere yaptı. Adil olsun diye bir sağdan bir de soldan astı düşünün yani. O asker 70 küsur milyon insan evladı yatağında rahat uyusun diye taşın üstünde yattı, mermiye göğüs gerdi, karnı aç yattı, kanlarıyla toprağı suladı. Para için değil, bu ülkenin bekası için bunu bir insanlık vazifesi bilerek yaptı hem de...

         Askerin işi vatanı korumak yeri geldiğinde ölmektir diyoruz. Demokrasinin önünde bir engel olarak gördüğümüz ordunun bugün ülkede hiçbir vasfı yok. Ülkeyi tamamen halkın özgür iradesi sonucu gelen siyasetçiler idare ediyor peki her şey çok mu daha iyi. Terör bitti mi, hapishaneler boşaldı mı, masumların çilesi bitti mi ? Askeri cunta yapınca sesini çıkaranlar sivil cunta yapınca buna demokrasi adını veriyorsa ; askerin ne günahı vardı demokratik hareket adı altında kurunun yanında yaşında yandığı davalar zincirinde hapislerde çürümesine...Düşünün ki bu askerler ülke içinde etkisiz eleman. Er ve erbaşlar oy kullanamıyorlar, işsizlik rakamlarında hesaba katılmıyorlar, ülkenin siyasetinde hep bir gündem oluşturacak  potansiyele sahipler, er ve erbaşlar ayda 19-20 liraya çalıştırılıp hamallık yapıyorlar. Evet tuhaf bir ülkede, tuhaf bir ortamda gençler askerlik yapıyor.

       Şehit olan 20 yaşında bir asker, öldürülen terörist 20 yaşında bir başka genç...İkisinin de arkasından ağlayan anneler. Ve bundan siyasi rant elde eden iktidarlar, ekonomik rant elde eden teröristbaşları...Sözde müzakereler,özde danışıklı dövüş. Şehit verilmeden öldürülmeyen teröristler. Sosyal medyada aptalca sayfalarda şu kadar teröristi öldürdük diye, ölülerin resimlerini sayfa sayfa paylaşanlar. Hiç düşündünüz mü ölende 20 yaşında ve bu ülkenin bir evladı. Üst düzey bir tane terörist ne yakalanıyor ne öldürülüyor. Bu şekilde terörün bitmesini bekleyen bir zihniyet. Biz Türk evlatları şehitlik vaadi ile gözü kapalı ölmeye giderken, gözü açık olan siyasetçiler oy pusulasını ve ceplerini doldurmaya devam etsin...

       Ben artık terörün bitmesini falan düşünmüyorum, bugün ağız tadıyla bile ölemiyorsun bu ülkede. Bir milli maç için 150 bin lira prim alan futbolcu ile şehit olunca 30 bin lira tazminat alan şehit ailesi arasındaki 7 farkı arayıp bulun bakalım ! Suriye için ağlayan müslümanlar Irak'ı vuran uçaklar Türkiye'de yakıt ikmali yaparken aklınız neredeydi. 1 milyon Iraklı ölü taklidi mi yapıyor.

         Son olarak hiçbir zaman siyasete ve siyasetçilere olumlu bakamadım. Bir lider için önünde paspas olan gençler, her sözünde çatlayana kadar haykıran, alkış yağmuruna tutan insanlar neyin kafasını yaşıyorlar çok merak ediyorum. Bu insanlar yüzünden ülkenin siyasetinde bir seviye yok. Kendi çıkarı için riyakarlığı göremeyen insanlardan demokrasi dilenmenin lüzumu yok. Bu ülkede bitmeyen iki şey varsa biri 20 yaşında masum şehitler diğeri de üç gram beyni, bir parça vicdanı olmayan şakşakçılardır heralde...
     
     

15 Ekim 2012 Pazartesi

Sosyalizm'den Liberalizme Yolculuk

 Son günlerde okuduğum bir kitap var. Andrey Heywood tarafından yazılmış "Siyasi İdeolojiler" kitabı geçmişten günümüze bütün siyasi fikirlerin tarihçesini, nereden çıktığını, yapıtaşlarını, neler vaad ettiğini ve hangi sonuçları verdiğini gayet güzel bir şekilde anlatmış. Bende bu okumanın üzerine kitabın bana düşündürdüklerini sizlerle paylaşmak istedim.  Tabii ki siyasi ideoloji denince ilk akla gelen kavramlar; sosyalizm, komünizm, liberalizm ve liberalizmi ilke edinmiş ekonomik yapı kapitalizm...Ben özellikle Sosyalizm ile Liberalizm arasındaki mücadeleye değinmek istiyorum

  Sovyetler Birliği'nin dağılması ile birkaç ülke istisna dünyanın her yanında liberalizm ve kapitalizm hakim olmuş. Gerek toplumsal gerek ekonomik çevrede gün geçtikçe etkisi artmaya da devam ediyor. Liberalizm deyince bireyci,akılcı, adaletten yana, hoşgörünün hakim olduğu ve farklılıkların desteklendiği bir siyasi görüş akla gelir. Karl Marx ömrünü sömürüye ve adaletsizliğe karşı harcamışken onun öğretisini örnek alan Bolşevikler bu anlayışla iktidara gelip tam zıttı uygulamalar ile Karl Marx'ın onca yıllık emeğini heba etmiştir bence. Bugün sol görüşlü akademisyenler, düşünürlerin anlattığı hak, adalet, adil gelir dağılımı,sınıfsız toplum hayalleri acaba ne kadar gerçekleşebildi öğrenilmesi gereken bir durum.

   Marx'a göre iktidar işçi ve köylü sınıfın elinde olmalı ve üretim araçlarının mülkiyeti kolektif olmalıdır. Lenin uzun uğraşlar sonunda bunu gerçekleştirmeye yaklaştı. Evet yaklaştı diyorum çünkü; 1917 yılında Çarlık Rusya'yı 150 kişilik bir grup ile indirip kendi ideolojisini kuran Lenin'in Rusya'sında çoğu şey Marx'ın anlattığı gibi tezahür etmedi. Bolşevik=Çoğunluk demektir. 1917 yılında yapılan devrim ile Bolşevikler iktidara geldi ve kendilerini eleştirenleri, küçük bir azınlığı dar ağaçlarında sallandırdı. Yaklaşık 70 küsur yıl ülke tek bir parti tek bir düşünce tarzı tarafından yönetildi. Halkın refahını ve mutluluğunu temin etmesi gereken sistem bizatihi fakirliğin ve mutsuzluğun kaynağı oldu. Yaratıcı zekayı ve özgür bireyi hapsetti. Kaynaklar insanlar için olması gerekirken, insanlar kaynaklar için çalışır duruma geldi. Düşünün ki uzaya astronot gönderen Sovyetler uzaya giden astoronotların dönüş masrafı merkezi yönetim tarafından onaylanmadığı için  bir süre astronotlarını uzayda bekletti ve ABD'nin yardımı ile dünyaya geri getirebildiler. İktidarı eleştiren düşünür ve yazarlar sınırdışı edildi, kimileri zindanlarda çürüdü, kimileri faili meçhul cinayete kurban gitti. Devrim ile gelen iktidar olası bir devrime karşı direndi. Kendi damarlarını tıkadı. Ben sosyalizm karşıtı değilim hatta sahip olduğu değerleri benimseyen bir insan olarak belki de dünyada refahın ve huzurun sağlanabileceği bir sistemin bu kadar yanlış bir şekilde tezahür etmesine kızgınım. Biz hep sistemi eleştirdik halbuki eleştirmemiz gereken bizleri yönetenler olmalı...

   Sovyet Rusya'nın dağılması demek Sosyalizmin gücünü kaybedip yerini Liberal düşünce akımına bırakması demekti. Peki 70 yıllık başarısız bir Sosyalizm deneyiminden sonra Liberalizm insanlara ne sundu. Kanayan yaralar kapandı mı, refah ve mutluluk adil bir şekilde dağıtıldı mı diye sorarsanız heralde son 20 yılda yaşananları göz önünde bulundurursak cevap apaçık ortada. Kamu mülkiyetini savunan Sosyalizm üretim artışında düzenli bir artış sağlayamamış, farklı verimlilikteki işçilerin performansları adil bir şekilde değerlendirilmemiştir. Peki liberal bir ekonomide bu sağlanmış mıdır? Üretimi artırıp maliyetleri düşürmek adına ucuz işgücünün olduğu yerlerde üretim tercih ediliyor. Çalışanların ücreti geçimlik düzeyde tutulmaya devam ediyor. Son 20 yılda hız kazanan özelleştirme kavramı bence bir sömürü aracı olarak kullanılıyor. Aslında özelleştirme ile amaçlanan devlet bütçesindeki hantallığı azaltmak, verimliliği arttırmaktır. Normal de kurumların çalışanlara satılması özelleştirmenin asıl amacıdır. Böylelikle çalışanlar hem emeklerinin karşılığı olan ücreti alacak hem de kardan pay alacaklardır. Böylece gelir dağılımı  düzelecek, verimlilik süreklilik kazanacaktır. Çünkü çalışanlar işletmelerinin daha fazla kar etmesi için daha özverili çalışmayı tercih edeceklerdir. Fakat Liberalizm bu kavramın da içini boşaltıp, sömürmüştür. Bugün kamu işletmelerinin özelleştirilmesinin en büyük nedeni aşırı bürokrasi ve önlenemez zarar olgusudur. Hadi aşırı bürokrasiyi anladık peki zarar etme olgusuna ne demeli. Kamu kesiminin amacı zaten kar elde etmek değil sosyal adalet ve refahı sağlamaktır. Bundan dolayı kamu kurumlarının bazılarının zarar etmesi olağan bir durumdur. Özellikle stratejik öneme sahip olan alanlarda bu böyledir.

    Bugüne baktığımızda ben ve benim jenerasyonum Sosyalizmin etkili olduğu dönemde yaşamadık. Ama okuduk, araştırdık, canlı tanıklarından dinleme fırsatı bulduk O gün ile bugün arasında değişen nedir? O gün ideoloji uğruna savaşlar vardı, bugün değerli yeraltı kaynakları adına (sözde demokrasi getireceğiz yalanı) savaş var. O günde demokrasi için çabalayanlar hapiste veya ölü, bugünde. İşçiler ve emekliler zar zor geçiniyor. Afrika'daki çocuklar hala aç ve yaşam savaşı veriyor. Peki o gün sosyalizme karşı duranlar bugün yaşananlara niye ses çıkartmıyor? Ya biz seslerini duymuyoruz ya da bir köşede sahte mutluluğun keyfini çıkartıyorlar. Modern toplumlar, sahte ihtiyaçlar üretmekle beraber, insanları gözü doymaz tüketicilere dönüştürmenin yanında, yaygın aptallaştırıcı refahın yayılmasıyla hem eleştiri hem de karşıt görüşü felce uğratmıştır...

     Velhasıl kelam bu kadar sözün ardından sorumlu olarak siyasi ideolojileri, soyut fikirleri ve ölmüş adamları  eleştirmek işin kolayına kaçmaktır. Yanlış olan sistem değil, biziz. Ne demişler; iktidar yozlaştırır, mutlak iktidar mutlaka yozlaştırır. 

10 Ekim 2012 Çarşamba

Emek, İstihdam ve Dış Ticaret Üzerine

       Emeğin yani daha çok ifade ettiğimiz şekli ile işçinin durumu yüzyıllardır tartışılagelen bir durumdur. Karl Marx, Engels, R.Luxemburg ve birçok teorisyen işçinin ekonomideki ve toplumdaki rolünün bu kadar önemli olmasına rağmen pastadan aldığı payın adaletsizliğine değinmişlerdir. Özellikle Karl Marx ile başlayan süreç zamanla siyasileşmiş, halk hareketine dönüşmüş.

        Bugün dünyanın her yerinde bir işçinin emeği karşılığı elde etmiş olduğu ücreti onun satınalma gücünü oluştururken; işverenin elde ettiği kar ise onun hem satınalma gücünü hem de yatırımlar ve lüks yaşamı için bir fon oluşturur. Bundan dolayıdır ki dünyada giderek gelir dağılımı adaleti bozulmaktadır. Bundan yüzyıl önce de işçilerin aldıkları ücret sadece geçimlerini sağlamaya yetiyordu bugün de böyle. Fakat değişen önemli bir şey var. Kitle üretimi, globalleşen dünya, kapitalist ekonomi bireyleri aktif bir tüketici haline getirmiş. Sürekli artan bu tüketimi karşılayacak bir işçi sınıfı her zaman varolmalı. Fakat belli bir noktada tüketimi frenlemek lazım işte bu noktada tüketimini frenlemesi gerekenler işçiler olduğundan ücretler geçimlik seviyede tutulmaya devam ediyor. Bunun yanında gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerde sürekli artan nüfus işgücü arzını arttırdığından dolayı reel olarak ücretler sabit kalmaya devam ediyor.

        Asgari ücret uygulaması dünyanın her yerinde yaygın bir uygulama. Her ülkenin gelişmişlik seviyesi, milli geliri ve politik yapısına göre bir asgari ücret belirleniyor. Çok tuhaftır ki pek çok ülkede açıklanan yoksulluk ve açlık seviyesi rakamları asgari ücretten yüksektir. Örneğin Türkiye'de bir kişinin açlık sınırı 1.100 tl civarında iken bir işçinin aldığı asgari ücret 700-1000 TL civarındadır. Böyle bir tezatlık nasıl olabilir. Yani kredi kartları da olmasa aileler ay sonunu getiremeyecekler maalesef. Asgari ücret bu derece düşükken hatta ihtiyaçları bile karşılamaya yetmez iken bu insanların kültürel ihtiyaçlarını karşılamalarını ve toplumum gelişimini arttırmalarını nasıl bekleriz. Sayın Mahfi Eğilmez hocamın dediği üzere "Türkiye rakamsal olarak büyüyor ama nispi fakirlik döngüsünü kıramıyor."

         Bir diğer noktaya daha değinmek istiyorum. Ekonomi eğitimi alan arkadaşlarım iyi bilirler. Klasik iktisatçıların ortaya attığı görüşe göre ülkeler arası işçi hareketliliği sıfırdır. Bugün baktığımızda ise dış ticaretin ülkeler arası serbest olması hatta bunun kurulan uluslararası kuruluşlar ile garanti altına alınması işçi hareketliliğini arttırmış bunun yanında üreticiler emeğin ucuz olduğu yerde de üretim yapmayı yeğlemişlerdir. Bugün dış ticaret üretimi sürekli kılmanın yanında kar oranlarının da düşmemesine hizmet etmektedir.

        Dış ticaret konusunu biraz daha açmak istiyorum. Dış ticaretten kasıt dar anlamda mal ihracatı ve ithalatıdır. Dış ticaret açığı ise ihracat ile ithalat arasındaki olumsuz fark yani ithalatın ihracattan fazla olmasıdır. Türkiye gelişmekte olan bir ülke ve 2023'de ilk on ekonomiden biri olmak istiyor. Önemli bir hedef fakat 2011 yılında dış ticaret açığımız 104 milyar dolar son açıklanan yedi aylık rakamlara göre ise cari açık 35 milyar dolar civarında yıl sonunda ise 65 milyar doları bulabilir. Bu ciddi bir sorun. Hiç unutmuyorum üniversitede bitirme tezim ekonomik krizler üzerineydi. Hocam ile tam bu konuyu tartışıyorduk yüksek olan bu cari açığın Türkiye gibi bir ülke için sorun olmayacağı çünkü bu açığı döndürebilecek dolar rezervine sahip olduğumuzu söylüyordu. Evet şu an Türkiye bu rakamlara rağmen krize girmiyorsa bu açığı kapatabilecek dövizi bulabiliyor. Ama nasıl ?

             Şöyle bir örnek ile daha açık olacağını düşünüyorum. Türkiye bir kredi kartı kullanıcısı olarak sürekli artan tüketimini kredi kartı ile karşılamakta ve her sene sonu borcunun asgarisini ödemekte hatta kimi zaman bu borcunu yine borç ile ödemektedir. Burada borcunu borç ile ödemekten kastım şudur. Türkiye son yılda 134,5 milyar dolar değerinde ihracat yaptı. Ama Türkiye ihracat yapabilmek için ithalat yapmak zorunda ara malı ve hammadde ithal etsin ki ihracat yapabilsin. Bunun yanında üretilen mallarda katma değer oranı %25'i bile geçmiyor. Eee hal böyle olunca artan dış ticaret ve cari açığı kapatmak için Türkiye ne yapıyor. Üreterek ve ürettiğini satarak bu borcu zaten ödeyemiyor. İşte o zaman da faiz oranlarını diğer ülkelerinkine nazaran yüksek tutarak ülkeye sıcak para girişi sağlıyor. Daha açık bir şekilde belli bir faizi ödeme karşılığında borç alıyor. Faiz arttırımı çabuk kullanılabilen bir araç bunun yanında özelleştirme yapılarak da ülkeye yüksek miktarlarda döviz girişi sağlanabiliyor. Halbuki bu kadar özelleştirme yerine uzun vadede yatırım yapıp hammadde işleyecek tesisler kurulsa ve işlenen hammaddeden nihai ürün üretilse ülke ihraç geliri elde edecek. Hatta üretim yapmak için işçi istihdamı yaratılacak, müteşebbis kar elde edecek devlet de kardan vergi geliri alacak, üretimin ithalata olan bağımlılığı azalacak. Düşünün ki Türkiye 7,5 dolara  ihraç ettiği hammaddeyi 35 dolara nihai bir ürün olmuş halde ithal ediyor.

           Son olarak ülkemiz kalkınan bir ülke yani sadece ekonomik olarak değil, eğitim ve altyapısı ile de gelişmeye devam ediyor. Eğitime ve altyapıya yapılan yatırımları teşvik etmek ve devamını sağlamak için Türkiye ekonomisinin ayakları yere sağlam basmak zorunda umuyoruz ki en kısa zamanda bunu da başaracağız.

9 Ekim 2012 Salı

Son(bahar)...

       Tuhaftır ama hayat plan yapmaya gelmiyor. Rahat ve serbest bir aile de yetişmedim ama hayatım boyunca kendi kararlarımı kendim aldım. Doğrularımla övündüm, yanlışlarımdan ders çıkardım; sağolsun ailem  her kararımda bana destek oldu. Ve öyle böyle eli ekmek tutacak bir adam oldum. Şimdi ise sonbahar rüzgarında savrulan ince bir yaprak gibiyim. Rüzgar beni nereye götürürse...

        Bu yaşıma kadar babam bana hayata dair en ufak bir tüyo bile vermedi, sadece kenarda oturup bana seyretmemi söyledi. Kolay değildi hayat, ne kadar dürüst olmaya çalışırsan o kadar batağa çekiliyorsun, kendi ayaklarının üzerinde durmaya çalıştıkça çelme yemeye devam ediyorsun, sözünün eri olmak isterken tükürdüğünü yalamaya mahkum olabiliyorsun. Ama yine de adamlığından bir şey kaybetmiyorsun. Niye mi çünkü bir hiç uğruna değil bunca şey eve bir parça ekmek götürebilmek için. 3 aydır evde oturmuş, mutlu olacağım, sabahları koşarak gidebileceğim bir iş arayışındayım. Ve sadece üç ay dayanabildim; bugün kendimden utandım. İş veren karşısında oyun hamuru gibi bana hangi kalıbı biçti ise o şekle girdim. Niye ,bir yerden başlamam gerektiği için.

       Bazen mutluluğu çok uzaklarda ararız, bazen yukarılarda bir yerlerde ararız aslında mutluluk insanın boyu hizasında bir yerlerdedir. Annem bana hep geleceğe dair plan yapma der, hayatın insana neler sunacağı belli olmaz der. Ben böyle bir çevrede bu yaşıma geldim, sıradan insanlarla sade bir hayat sürdürdüm, mutluluğu ufak şeylerde tattım, aşkı basit insanlarda aradım, karşılıksız sevgiyi belki daha bulamadım, severek yapacağım bir işe giremedim. "Belki hiçbir şey yolunda gitmedi ama hiçbir şey de beni yolumda etmedi." Önümde uzun bir hayat, aşılması gereken onlarca engel, yaşanacak binlerce güzel anı var. Belki basit, sıradan ve sade ama samimi ve sevgi dolu...

2 Ekim 2012 Salı

AK PARTİ'NİN ENDİKASYONLARI

  Malum Pazar günü iktidar partimizin 4.Olağan kongresi yapıldı. Gerçekten büyük bir gövde gösterisi idi. Yabancı basının akredite olması, yabancı devlet adamlarının kongrede hazır bulunması, Türk siyasetinde tabiri caizse küçük takımların büyük golcüleri diyebileceğimiz kişilerin Ak Parti'ye katılması, binlerce kişinin hınca hınç doldurduğu bir salonda Başbakana sevgi seli gösterilmesi evet bunlar güzel görüntülerdi. Bir ülke bir adım daha ileriye gidecekse bu siyasilere olan güvenin gösterilmesinden geçer. Tabi ki siyasiler bunu istismar etmez ise...Şimdi yine eleştiriye başlayacağım, tabi böyle olunca beni eleştiren arkadaşlarıma şunu da söylemek isterim maalesef ne sağcı ne de solcu olabildim. Ülkeye tek bir çerçeveden bakamıyorum. Yani sıradan bir vatandaş olup hele de biraz eğitim almışsan devlet büyüklerin bu söyledikleri ve yaptıklarından sonra eleştirmemek elde değil. O zaman başlıyorum Pazar günü Olağan kongerenin bana düşündürdüklerini açıklamaya...

        1)  10 yıldır CHP'nin tezatlıklarını eleştiren iktidar hiç kendi söylemlerinin nasıl bir etki yarattığını düşünmez mi? Bu ülke 10 yılda her alanda yol katetti. Yiğidi öldürüp hakkını yemeyelim şimdi. Sağlık ve eğitim harcamalarının bütçedeki payı savunma harcamalarını geçti. Fakat sağlık ve eğitim alanında gerekli reform yapılamadı. 10 yılda 3 eğitim bakanı değişti her gelen enkaz aldığını söyledi. Türkiye'ye belediyecilik anlayışını kazandıran yani sunduğu hizmetlerle ön plana çıkan iktidar ÖSYM'nin sunamadığı eğitim hizmetine sesini çıkarmamaya devam ediyor. Böyle önemli bir kurumun her yaptığı sınavda da şaibe ve şüphe olmaz ki.

         2) Bölgede geçmişimizin bize biçtiği kaftan ile liderliğe soyunalım dedik. 10 yılda Ortadoğu'da bütün ülkelerin iktidarları ve sınırları değişti. Milyonlarca insan öldü,aç ve evsiz kaldı. Toprakları ve doğal kaynakları bilfiil işgal altında. Ortadoğu da istikrar ve huzur kalmadı. Bugün Suriye'li kardeşlerimiz için mücadele edenler Türkiye'nin destek verdiği Conilerin öldürdüğü milyonlarca Irak'lı için neredeydi.

          3) Bir ülke terörle ile mücadelede terör örgütünün liderini yakaladığı halde terörde bir adım bile mesafe kat edemiyorsa, binlerce vatan evladının ölümünden sonra mücadele yerine müzakere masasına oturuyorsa bunu eleştirmeyelim de neyi eleştirelim. Kendini lider gören ülke 9 sivil vatandaşının öldürüldüğü olayda, binlerce şehidini gömdüğü ortamda gerekli tepkiyi gösteremiyorsa neyleyim böyle hükümeti...

            4) Filistin'deki zulüm yıllardır devam ediyor. Vicdansız bir ambargo, binlerce aç ve yoksul insan, her sokakta ölüm ve feryad...Hamas lideri kongrede milleti selamlıyor, yardımlar toplanıp filistine gönderiliyor, yaralı insanlar tedavi ediliyor. Öte yandan açık ve gizli anlaşmalarla İsrail ile olan ilişki devam ettiriliyor sözde stratejik ortaklık bozulmasın diye. İsrail'in silahına mermiyi koyan biz, yaralı Filistinlileri tedavi eden de biz.

            5) 3 tarafı denizlerle çevrili iken; Rusya, Irak, İran ve Azerbaycan gibi yeraltı zenginliklerine sahip ülkelerle komşu iken dünyanın en pahalı benzinini kullanmak, aylık gelirinin en az %25 ini faturalara yatıran bir ülke olmak başarı ister.

             6) İktidar hep ekonominin ne kadar iyiye gittiğinden bahseder. Aslında haklı yanları var, piyasa hassas bir terazi üstünde en ufak bir olumsuzlukta çabuk yön değiştirebiliyor. Ama insanları da aptal yerine koymanın manası yok. İstatistik koca bir yalandır. Artan ihracat rakamları ve dış ticaret haddi söylenirken kimse ithalat rakamlarına değinmiyor. Kişi başına milli gelir arttı denilirken kişi başına düşen borçtaki artıştan kimse söz etmiyor. Gıda,giyim ve barınma gibi temel ihtiyaçların %80'ini kredi kartları ile karşılanırken, TOKİ bu kadar konut yaparken hanehalkının %60'ı kirada otururken, çalışanların yaklaşık %40'ı asgari ücret ile çalıştırılırken, her 4 gençten biri işsiz iken, zengin ile fakir arasındaki gelir adaleti katsayısı 16 katına çıkmış iken kimsenin sesi çıkmıyor. Artan tüketimi zenginlik ile karıştıran bir toplum olduk. Her gencin cebinde 24 ay taksitle ile alınmış telefonlar, ipad'ler...

       7) Ülkeye giren dolarlar ile övünürken kimse bunun kaynağını merak etmiyor. Bundan on yıl önce krizden çıkan Türkiye'yi tek haneli enflasyon ve faiz rakamlarına kavuşturan hükümet ne oldu da gelir dağılımında adaleti sağlayamadı. Düşen enflasyona rağmen hanehalkı ay sonunu getirmek için kredi kartlarına muhtaç. Piyasada dönen çek ve senet sayısı patlama yapmış. Televizyonlarda çıkıp işadamları ülke ekonomisinden çok memnunuz diyecek tabi ki. Gelir vergisinde ve kurumlar vergisinde hiçbir ülkenin vermediği muaflıklar, kayıtdışılığın engellenmemesi, döviz kurunun yüksek olması böyle bir ortamda tabi iş adamları şikayetçi olmaz, zenginliğine zenginlik katar. Önemli olan çalışanların,emeklilerin yani sabit gelirlerin bu büyük pastadan ne kadar dilim aldığı...

        Velhasıl kelam siyaset anti depresan gibi kullanılmakta bizim ülkemizde; fakat aşırı kullanıldığından insanlarımız yapılan herşeye karşı duyarsız ve tepkisiz. Olumlu şeyleri alkışlıyorsak, olumsuzlukları da görmeli ve dile getirmeliyiz. 

Bir insanın ölümü düşünmek için haklı bir sebebi olabilir mi?

2021 yılında hiç blog yazmamışım. Ne olacak benim bu üşengeçliğim bilmiyorum. Halbuki eskiden her Allah'ın günü bir şeyler yazardım. 20&...