Yaprak takvimlerini birer birer koparırken fani dünyada kendi adıma hiçbir değişiklik göremiyorum. Belki de hayatımın son üç aylık yaz tatilini yaşıyorum ama doyasıya bir rahatlık içinde değilim. Telefon her daim gözümün önünde 0212 ile başlayan numaraların beni arayıp "iyi günler Murat Koçhan ile mi görüşüyorum X şirketinden arıyorum" demesini bekliyorum. Hemen sesimi inceltip bir beyefendi gibi konuşmaya başlıyorum her halde ilk izlenime önem vermekten olsa gerek. Bu hissi yaşayan bir tek ben değilim benim gibi binlerce üniversite mezunu bu stresi yaşamak mecburiyetinde. Eskiden aileler çocukları üniversiteye yollamanın verdiği rahatlıkla 4 yılın bitmesini ve çocuklarının donanımlı bir şekilde işe başlayacağı günü beklerdi. Ne olsa yaparımın yanında ne de olsa diploma sahibiyim de diyebiliyordun. Bugün Türkiye üniversite sayısı bakımından İngiltere'yi de geçmiş bir durumda. Fakat gelin görün ki üniversite mezunlarından 3'te biri işsiz...
Bizim ülkemizde eleştiri pek hoş karşılanmaz;" ne var yani sen daha mı iyi biliyorsun" gibi bir tepki ile karşılaşmanız olasıdır. Bilimsel verilere göre bir ülkenin ekonomisinde sektör dağılımı önce tarım ağırlıklı olur, sonra sermaye birikimi ile sanayi ağırlıklı üretime geçilir ve artık gelişmiş bir ülke olduktan sonra hizmet sektörü dümeni eline alır. Bizde ise bunun tam tersi olmuş. Peki böyle olan bir ekonomi nasıl oluyor da 134 milyar dolarlık ihracat yapabiliyor diye merak etmiyor değilim. 2001'den bugüne kat ettiğimiz yol ortada diyenler, ihracat rakamları, büyüme rakamları, dolar rezervleri ortada diyenlere şunu sormak istiyorum. Ülke bu kadar büyürken işsizlik rakamları 1 ileri 2 geri gider bir durumda ise bu ülke nasıl büyüdü, bu zenginlik kimin cebine girdi.Gerçekten ilginç bir durum.
Artık belli bir yaşa geldiğimizden dolayı memleket meseleleri hele de işsizlik meselesi dilimizden düşmez oldu. Suni bir zenginlik içinde yaşar olduk, kimse yarın ne olacağını bilmiyor. Eskiden kredi kartı alabilmek için bankada saatlerce dil döker, belli bir gelirinizin olduğunu garanti ederdiniz. Bugün sokaklara taşan kredi kartı satıcıları broşür dağıtır gibi halkın eline kredi kartı tutuşturuyor. Asgari ücret sahibi bir gencin cebinde kredi kartı ile alınmış 2.000 liralık telefon, evinde plazma TV, dizüstü bilgisayar her yaz Akdeniz sahillerinde kredi kartına 12 taksitle ile tatil evet biz zenginleştik ama başkalarının parası ile müreffeh bir hayat sürüyoruz. Bu ülkeyi bir birim faydası olmayan insanların çoğaldığı bir ülkede suni bir zenginlik içinde birinin cebinden alıp ötekinin cebine koyuyoruz. Yeni nesil para kazanmanın zorluğunu, sahip olduğu paranın değerini bilmeden yetişirken ben durup da nasıl bu ülke 2023'te dünyanın en büyük 10. ekonomisi olur diyebilirim.
Son seçim kampanyası ile Türkiye'nin gündemine yeni bir kavram girdi.10 yıl içinde en büyük onuncu ekonomi olabilmek. Evet gerçekten güzel bir hedef neden olmasın demek geçiyor içimden ama diyemiyorum. Şimdi bana ne kadar kıskançsın 10 yıllık iktidarın başarısını kabullenemedin, bu kıskançlık nedir diyenler olabilir ama elinizi vicdanınıza koyun ve bir düşünün:
Bir iktidarın ne yapıyorsa kendi cebinden değil bizlerden topladığı vergilerle bu hizmetleri sunmak zorunda olduğunu unutmayalım. Bugün GSYİH'sı 770 milyar olan bir Türkiye'de eğer hala temel altyapı hizmetleri eskiye nazaran iyi ama hala aksamış bir şekilde devam ediyorsa bu eksikleri görmek gerek. Avrupa'nın en yüksek faizini verip bankalarımızın rezevlerini doldururken, IMF'ye olan borcumuzu bitirip tahvil sahiplerine borçlanırken, devletin borcunu azaltıp özel sektörü borca batırırken oturup bir düşünmek gerek. Tek kişinin açlık sınırının 1.150 lira civarı olduğu, 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırının 2.750 lira civarı olduğu bir ülkede memur emeklisinin maaşını 1.000-1.500 Ssk emeklisinin maaşının 600-1000 lira arası olduğu bir ülkenin nasıl zenginleşeceğini düşünün. Bankalara kredi kartı borcunun 200 milyar civarı olduğu bir ülkenin nasıl tasarruf yapabileceğini düşünün. Bir zamanlar İngiltere başbakanlığı yapmış yahudi kökenli Benjamin D'israeli'nin güzel bir sözü vardır: " Üç türlü yalan vardır; yalan, kuyruklu yalan ve istatistik..." 3.000 dolar civarından 10.000 dolara çıkan kişi başına düşen milli gelir ile övünüyoruz .Peki Türk vatandaşlarının kaç milyonunun cebine bir yılda 10.000 dolar giriyor. Bugün krizden etkilenmedik diye övünürken, işsizlik oranı yüzde 20'leri aşan İspanya'nın bile kişi başına düşen milli geliri bizden yüksek. Maalesef propagandaya çabuk kanan bir milletiz devletin dolan kasası ile sanki kendi cebimiz dolmuş gibi sevinip ay sonu geldiğinde hüsrana uğrayan bir millet...
Bugün montaj üretiminden seri üretime geçememiş, ihracattaki katma değeri %20 bile olmayan (yani üretilen bir birim mala %20 bile katkı yapamayan) bir ülke, üniversite mezunlarının iş bulma oranının %30 olduğu, diplomasından dolayı kendisine iş beğenemeyen, hazırla geçinmeye alışmış, kredi kartı olmadan ay sonunu getiremeyen bir ülke inşallah 10 yıl içinde en büyük on ekonomiden biri olayım derken en borçlu on ülkeden biri olmaz...
Karamsarlık bize yakışmaz; ama gözü bağlı bir şekilde yel değirmenini dövmekte bize bir şey kazandırmaz.