22 Şubat 2015 Pazar

Mutlu Olmak İsteyen Adam...

    Hayatta bugüne kadar hiç mutlu olamamış ama mutluluktan başka bir amacı olmayan bir adamın hikayesine değinmek istiyorum. Hikayeyi çok uzaklarda arama  veya kitapçılarda fazla mesai yaparak kalbime dokunan bir kitabı bulma zahmetine girmedim. Şu hayatta gördüklerim ve göreceklerim belki bana; tutku ile sarıldığım kitaplarımdan daha fazlasını verecek. 

     Küçük bir çocukken arkadaşlarımla el ele tutuşup dönerdik. Mutluluk dönme dolap gibiydi,  etrafımızdaki büyüklerimiz hayatın tüm acımasızlığına ve rekabetine rağmen bize bakar ve gülümserdi. Bugün tam tersini yaşadığımın farkına varıyorum. Artık lunaparklarda eğlenen değil, insanların mutluluğunu izleyecek yaşa gelen birisiyim. Anlık da olsa gülümsediğim zamanlarda; ki ben her zaman gülümserim. Bunun yegane sebebi benimdir. Ama başarısız ve mutsuz olduğum zamanlarda bunun sebebi hep başkalarıdır. Çok zamanlar babama kızdım. En mutlu olduğum anlarda ya yanımda değildi ya da omzuma sıkıca bastırıp sakin ol evlat o kadar da büyütülecek bir şey değildi demek için yanımdaydı 

      Sağolsun hayata hep farklı bir pencereden bakmama sebep oldu. Çünkü kahkaha atıyorsak illa ki başımıza bir şey gelmeliydi. Büyük adam mı olmak istiyorsun evlat ? Bu sadece çalışarak olmaz, sana aklını kullan diyorum. Ben bu aklını kullan lafını hiç unutmadım ama sanırım yanlış anladım. Çünkü ne zaman aklımı kullansam; ya insanlar beni anlamadı ya da işlerine gelmediğinden ön yargılı davrandılar. 
Eğer hayal dünyaları küçük , acımasız gerçeklerle yüzleşmeniz gerektiğini söyleyen insanların arasında büyüdüyseniz. Ne demek istediğimi anlarsınız. 

         Sıradan basit bir kahvaltı sofrasında mutluluğu ararsınız, tüm aile bir araya gelse de bir kişinin eksikliği o anın büyüsünü bozar. Sonra hep geçmişe özlem duyarsınız, tıpkı bugün benim yaptığım gibi. Çünkü gelecekte ne olur bilinmez. Oysa ki geçmişte olan tüm güzellikleri saklamışızdır kötü günler için. Para nasıl kolay kazanılmıyorsa bu hayatta , diğer şeylerde bu kadar kolay elde edilmemelidir. Mesela gurur babadan kalan bir mirastır. Öz kardeşin de olsa da kalp bir kere kırıldı mı onarması güçtür. O yüzden yıllardır hep sessiz ve birbirinden habersiz geçer bayramlar. 

           Çocuklarınıza vereceğiniz bir birikim var mıdır diye sorarsınız kendinize. Bir hesap cüzdanı , belki birkaç tapu ne bileyim işte ; hayatlarının geri kalan günlerini rahat geçirmeleri için herhangi bir şey. Boşuna zorlama kendini yok işte. O yüzden sıkma o tatlı canını. Çünkü farkında olmadan onlara aslında en büyük mirası bırakmışsındır. Ekmeğini taştan , mutluluğu küçük şeylerden çıkarmanın yolu...

             Evet başlarken dediğim gibi mutluluğu arayışım kendiliğinden değil babamdan bana kalan yegane miras. Bu küçük hikayenin girizgahı babama ait, gelişme ve sonuç bölümü ise bana ait olacak. Bu hikaye mutlu sonla biter mi orası meçhul; ama yaşadığım her an bir anlam arayacağım. Cümlelerime son verirken her zaman ki gibi alıntı yapmak istiyorum. Ne de olsa böyle sonlar için birilerinin söyleyecek bir sözü vardır her zaman.  " Kaybedeceğini bile bile neden mücadele ediyorsun dedi , öleceğini bile bile yaşadığını unutmuştu o an... Bozmadım. "

15 Şubat 2015 Pazar

Güzel Şeyler Çocuklukta Kaldı...

     Hayat toz pembeydi bir kere. Çocukluk en büyük hazineydi belki de biz farkına varamadık. Bir çalar saat sesi ile uyanma derdimiz yoktu çünkü annemiz ya öperek uyandırırdı ya da yanağımızı okşayarak. Kahvaltısız başlamazdık be güne. Sonra hep beraber giderdik okula, güle oynaya. Akşamleyin sofraya büyük bir ciddiyetle oturulurdu. Siyasete olan ilgimiz taa o zamanlar başladı. Enflasyon o zaman da vardı ama cebimizdeki paranın bir değeri vardı. Koalisyon lafı dillerden düşmezdi oysa şimdi devir tek adam devri.

      Gel zaman git zaman analarımız adam etti bizi. Çektiler kenara nasihat verdiler, sardık mendile yolluk yaptık kendimize. Kilometrelerce uzağa gittik kitapların peşine. Hayat zormuş insan bir başına kalınca anlıyor. Tutunacak o kadar çok dalımız oldu ki, daldan dala konan kuşlar misali konar göçer yaşadık. Birilerini sevdik farkında değildi, birileri sevdi umrumuzda değildi. Dertler deryaydı biz ise bir sandal...

        Sizi bilmem ama ben hep sorguladım, kimi zaman kaldıramadım bu yükü. Çekildim bir kenara usulca izledim olup bitenleri. Çok bir şey istemedim , istemiyorum da. Şu koskoca dünyada insan gibi yaşamak , sıradan bir insan olmak...Başkalarından üstün olmak için uğraşıyoruz. Hayallerimiz ve hedeflerimiz doğrultusunda hareket ediyoruz. Çocuksu duygular ile kendimizi avutup , birilerinin bize layık gördüğü hayat ile yetiniyoruz. Çektiğimiz yokluk bizi öylesine etkilemiş ki ; para her sorunu çözer, para bizi değerli kılar, insanı mutlu ve güçlü yapar diyoruz. Ekonomik büyüme ve teknolojik gelişme her zaman bizim çıkarımıza mı? Rekabet her koşulda büyük balığın küçük balığı yutmasıymış aslında. En talihsizlerin en kötü işleri yaptığı bir dünyada sen kendini düşün. Gemisini kurtaran her zaman kaptandır.

          Ne diyordu Ahmet Kaya; oysa türkü tadında yaşamak vardı hayatı. Bugün bilmem kaçıncı kez Bizim Aile filmini izledim. Aynı sahnede kaçıncı kez kahkaha atmışımdır , o meşhur sahnede Münir Özkul konuşurken hangimizin gözleri yaş ile dolmadı. " Sen büyük patron, milyarder, para babası, fabrikalar sahibi Saim bey.sen mi büyüksün hayır ben büyüğüm, Ben, Yaşar usta.Sen benim yanımda bir hiçsin, anlıyor musun, bir hiç. Gözümde pul kadar bile değerin yok. Yıkamayacaksın, dağıtamayacaksın, mağlup edemeyeceksin bizi. Çünkü biz birbirimize parayla pulla değil, sevgiyle bağlıyız. Bizler birbirimizi seviyoruz. Biz bir aileyiz. Biz güzel bir aileyiz. Bunu yıkmaya senin gücün yeter mi sanıyorsun. "

           İnanın bana tüm güzel şeyler onlarla beraber öldü. Bizim anca filmlerde görebildiğimiz eski güzel İstanbul yok artık. 70'li yılların hayat dersi veren filmleri de. Sevgi neydi sevgi emekti. Peki ya mutluluk hiç tatmadığım salatalık turşusu. Sahi ya turşu en iyi neyden yapılırdı?  Dedim ya tüm güzel şeyleri kendi ellerimiz ile gömdük. Televizyonlardan cinsellik fışkırıyor, gazetelerde ilk sayfa kadın cinayetlerine , ikinci sayfa magazin haberlerine ayrılmış. Çalışana iş mi yok. Sen yeter ki ölümüne çalış. Çünkü bu ülke insanın hakkını yaşarken değil, öldüğünde veriyor. Adalet er ya da geç tecelli ediyor ama sizin bunu görmeye ömrünüz yetmiyor.

           Yine karamsar bir yazı yazdım değil mi! Lanet olsun onca güzel şey varken neden karamsarlığın portresini çiziyorsun. Oysa bonus kafalı ressam gibi şu beyaz sayfaya gülen mutlu insanlar çizebilirsin. Veya masallar ile uyumaya devam ediyorsanız size bir nasihat. Eğer uslu bir çocuk olursanız belki şirinleri bile görebilirsiniz? Olur ya belki görüşemeyiz. Şimdiden iyi günler , iyi akşamlar, iyi geceler...

9 Şubat 2015 Pazartesi

Martin Eden Gibi : Hayatın Peşinden Koşabilmek...

       Bir günü daha arkamda bırakıyorum. Bir zamanlar yazdıklarıma bakıyorum ve anlıyorum ki; hayatın sunduğu fırsatları farkında olmadan gole çevirmişim. Peki neden formamı çıkartıp sevinçle tribünlere koşamıyorum. Annemin dua etmeyi öğrettiği günden beri her gece başımı yastığa umutlar, hayaller ve dualar ile koydum. Daha iyisini istemedim, daha fazlasını da...Bazı şeylerin büyüsü vardı sadece onlar bozulmasın istedim.

        25 yaşındayım, evde oturup kendi kendime felsefe yapmamayı öğrendim. Çünkü babam yıllar önce felsefenin karın doyurmadığını öğrenmişti. Bugüne kadar karşılarına dikilip benim bir hayalim var diyemedim. Ne acıdır, boşa geçmiş onca yıl...Eleştirdiğim sistemin en sadık hizmetkarı olmuşum farkında olmadan. Diploma almak için okumadım okulu, not almak için değil içimden geldiğinde karıştırdım sayfaları. İyi bir işim olursa, iyi bir eşim olur safsatasına zamanla ben de inanır olmuşum.

       
         Anlam veremediğim bir şey var. Mutluluğu elimden kayıp giden bir balon gibi görüyorum. Ucu kaçan ipi yakalamaya çalışarak geçiyor ömrüm. Halbuki bırak havalansın göklere özgürce, sen sadece merakla uçuşunu izle. Annem bana hep tuttuğumu koparamadığımı söyler. Doğru da söyler. Her zaman böyleydi. Azimli olmadığım gerçek ama azimli olmayanların da mutlu olabildiği bir yer olmalıydı.  Daha mutlu olabilmek için daha çok para kazanmak yerine daha fazla kanaat edebilmek. Küçük şeylerden zevk alabilmek. Hayallerinin peşinden koşabilmek, sevdiği kadının elinden geleceğini düşünmeden tutabilmek...


          Ne istiyorsun neden bu mutsuzluk diye sordu yaşlı adam geçen gün. Gülümsedim. Oysa ki güzel bir işim, iyi bir maaşım, belki de güzel bir kariyerim vardı. Tek kelime çıkmadı ağzımdan. Kulaklıkları taktım, elimdeki kitabı heyecan ile okumaya devam ettim metroda. Belki de tek derdim altına çizdiğim satırların hayatıma anlam katmasıydı. Yazacak bir şeylerim olmalı o yüzden birkaç yıl içinde istifa edip özgürlüğün tadını çıkarmak istiyorum. Evet Kuzguncuk'ta bir evim olmayacak, hayallerim okuduğum kitapların satır aralarında kalmaya devam edecek. Ama yaşayacağımızın bir garantisi yok ya. O yüzden arkama bakmadan giderim belki uzaklara. Jack London'ın Martin Eden'i gibi. Sırt çantamda bomboş sayfaları olan defterlerim. Gittiğim her yerde okunmaya değer kitaplar...

1 Şubat 2015 Pazar

Ekonomik İstikrar mı?

        İstikrar ülkemizde neredeyse 13 yıldır dillerden düşmeyen bir kelime oldu. Aman istikrar bozulmasın, aman büyüme hızımız yavaşlamasın, aman politik itibarımız zedelenmesin. Çocukluktan yetişkinliğe geçerken bu süreçte bizim ülkemizden kaynaklanan ne bir ekonomik kriz gördük ne de bir savaş. Farklı bir açıdan olaylara yaklaşmak istiyorum.

         1990'lı yılların başından itibaren Sovyetler Birliği'nin dağılması ile beraber dünya Amerika'nın neoliberal ekonomi politikalarının etkisi altına girdi. Artık ekonominiz iyi yönetilse de, ülkenin için de huzur ve barış sağlansa da istikrarı sürdürebilmek kolay değil. Çünkü tüm ülkeler birbirine göbekten bağlı. Bağımsız bir para politikası, bağımsız bir dış politika uygulayabilmek zor. İşte böyle bir ortamda Türkiye diğer ülkelere nazaran dengeli bir politika izleyebildi.

         Avrupa Birliği kıtada eğitim, sağlık ve refahı adil bir şekilde dağıtmayı ve sürdürülebilir bir kalkınmayı sağlamak amacıyla kurulduğunda herkesin beklentileri aynıydı. Nerede 30 yıl önceki Yunanistan , İspanya ,İtalya ve İrlanda...Kim derdi ki; dünyada suç oranının en az, refahın, kültürel gelişimin, eğitim ve sağlık hizmetlerinin en fazla olduğu İzlanda ve İskandinavya ülkelerinin kriz ile boğuşacağını. Norveç Euro bölgesine girmeyerek krizden kısmen kurtuldu. İsveç bazı büyük markalarını Almanlara satarak paçayı yırttı. Gelelim İzlanda'ya; kim derdi beyaz tenli , mavi gözlü soğuk insanların Amerikan rüyası ile yanıp tutuşacağını.

         GSMH'sı 15 milyar dolar olmasına rağmen, sosyal refah politikaları ve gelişmiş insan popülasyonu ile geliri adil dağıtan ülkenin ekonomik krize girip, %30'lara varan işsizliğe maruz kalacağını kim düşünebilirdi. Bence bu bizlere verilen harika bir dersti. Regülasyon politikalarını Amerika bile layıkıyla uygulayamaz iken bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin neyine. Milli gelirinin 10 katı kadar borçlanan İzlanda 3 büyük bankasını özelleştirip , ülkenin tüm doğa güzelliklerini ticarileştirdikten sonra farkına vardı yanlış yaptığının ama iş işten geçmişti.

          İzlanda'ya neden değindim derseniz. Ülkemin hep orası gibi bir yer olmasını hayal ederdim. Doğa güzelliklerine Allah'ın bir lütfu olduğu için değer veren, zenginliği ev ve para ile değil, insanın kültürel seviyesi ile ölçen. Suç işlemeye tenezzül etmeyecek kadar adil ve popülizm ile değil gerçeklerle  yönetilen bir ülke.

          Bu soğuk iklimden biraz bizim cennet vatanımıza gelelim. Eğitim ve sağlık hizmetlerinde muhteşem reformlar ile hasta adamı ayağa kaldırdık. Düşünün ki 12 yılda 5 tane milli eğitim bakanı ve her gelenin enkaz aldım demeçleri. Artık hastane köşelerinde sıra beklemenize gerek yok. Devlet hastanelerinin sayısı ve kalitesi mi arttı. Hayır hatta hizmeti beğenmeyip doktoru bile dövebiliyorsunuz artık. O yüzden en iyisi basacaksın parayı özel hastaneye. Adamı sırat köprüsünden çekip alıyorlar. Üstelik SSK'lı isen masrafların %75'ini devlet karşılıyor.

          Ülke olarak bir şeyleri yapmaya çalışıyoruz. Fakat maalesef sağlam temeller üzerine inşa etmiyoruz. Bunu da eleştiri konusu yaptığınızda aldığınız en bilindik yanıt; bu ülkede insanlar ekmek ve gaz kuyruğuna giriyordu, evden okula gidilen yollar çamur içindeydi. Evet millet uzaya yol yaparken biz hala çift şeritli duble yollarla iktidar olabiliyoruz. Her 4 üniversite mezunundan biri işsiz. Geriye kalan 3 kişiden biri tezgahtar, biri baba mesleğini yaparken son kişi Allah'tan şanslı ki istediği mesleği yapıyor. Eskiden ortaokul mezununları memur olabiliyordu. Artık üniversite mezunu olmak şart. Artık kahvelerde piştirik oynayan adamın bile diploması var. Hangi ülkenin böyle yetişmiş insan kaynağı var soruyorum insanlara.

           Statlar bomboş ama döviz cinsinden yıldız futbolcular gelmeye devam ediyor. Karşılığı ise her zaman olduğu gibi fiyasko. İki sene önce Avrupayı titreten Galatasaray futbolcularının parasını bankadan aldığı kredi ile ödüyor. Merkez Bankası Türk lirası basarken bankalarımız krediyi dolar cinsinden veriyor. Eee ülkede sabit döviz kuru mu var arkadaşım neyimize güveniyoruz. Sihirli sözcük İSTİKRAR...

           Yazıma son verirken ne olacak bu döviz kurları arkadaşlar? FED Amerikan ekonomik verilerinin iyileşmesine istinaden doların musluğunu kısacağım sinyali verdi. Zaten bunun olacağını biliyorduk. Peki ne yapacağız. Cari açığı döndürebilmek için gerekli olan döviz ihtiyacını nasıl sağlarız. Dünya piyasası henüz iyileşmedi. O yüzden yatırım olarak ülkeye pek de fazla döviz gelmez. Faiz oranlarını mı arttıracağız peki her zaman olduğu gibi. Cumhurbaşkanı buna da izin vermiyor. Olan yine vatandaşa olacak yani. Artan döviz kuru enflasyonu arttıracak. Üreticiler maliyeti vatandaşın sırtına yükleyecek. Bankalar bunu fırsat bilip tüketici kredilerine asılacak. Küçük esnaf çek defterinden daha fazla yaprak koparacak. Para musluğu akmasa da vatandaşın cebine damlayacak. Eee bundan iyisi Şam'da kayısı diyeceğim. Ama Şam'ın hali de ortada...
              

Bir insanın ölümü düşünmek için haklı bir sebebi olabilir mi?

2021 yılında hiç blog yazmamışım. Ne olacak benim bu üşengeçliğim bilmiyorum. Halbuki eskiden her Allah'ın günü bir şeyler yazardım. 20&...