29 Ekim 2015 Perşembe

Sev Kardeşim...

            Uykusuzluğa bedenin nasıl alıştığını test ediyorum şu günlerde. Sanırım daha çok uykusuz geceler de bekliyor bizi. Bir haftadır yazmıyorum, ne yazacak fırsatım ne de takatim vardı. O yüzden cebimde biriktirdim kelimeleri , gönül rahatlığıyla harcayabilirim.

              Ömrümüz istemek ile geçiyor sanırsam. Çocuk iken sevgi istersin , genç olunca iyi bir gelecek istersin, evlilik çağına gelince ebedi mutluluğu istersin, babalık mertebesinde eve götüreceğin ekmeği istersin. Hayatının her döneminde bir şeyler istersin de , bir kendin olmayı istemezsin. İşte bunun eksikliğini tarif edemem.

               Yoksulluk korkusuyla geçen çocukluktan , yıldız bir futbolcu olma hayalleriyle top koşturulan ergenliğe ve ben nasıl büyük adam olacağım dediğim üniversite günlerini de geride bırakırken yaş olmuş 25. Babadan kalan genetik miras kırlaşan saçlarla , kara kara düşünmeden geçmeyen günlerle , küçük şeylerden mutluluk duyarkene kocaman adam olmuşuz.

                Ben mi karamsarım yoksa siz mi çok iyimsersiniz bilmiyorum. Ama benim okuduğum hikayelerde mutlu sona ulaşana kadar türlü çileler çekiliyor. İnsan tatmadığı duygular üzerine yazınca etkisi de çabuk yitiyor. O yüzden soğuk bir kış günü insanlar üşümesin diye atkı ve eldiven satan amcanın üzerinde paltosunun olmadığı , sağanak yağmurun altında mendil satan küçük kızın mendillerine kıyamayıp evine sırılsıklam gittiği hikayeleri anlatın bana.

                  Hayat önce dişlerinizi sonra da inancınızı. Tüm bunlara rağmen kırık dişleri ile hayata gülümseyebilen, cebinde çocuğuna harçlık verecek parası olmayan ama gülümseyerek başını okşayan babalara selam olsun. Kuru ekmeğin arasına beyaz peynir yanına da  sevgisini koyan anneyi de unutmadık. Sabrın sonu selamet aa dostlar...

                   Kardeş kanının akmadığı günleri görür müyüz bilemem. Ama güneş bir gün gerçekten bizim üzerimize doğarsa ve biz keten sofra bezlerimizi aynı masada oturmak için serersek. Bırakın o gün her şey gönlümüzce olsun. Eski bir plaktan; hani bu günlerde duyamadığımız şu ezgiler yankılansaDünyaya geldik bir kere , kavgayı bırak her gün bu şarkımı söyle. Sevdikçe güler her çehre , mutluluklar bir olsun acı hep birlikte..."
.  "

19 Ekim 2015 Pazartesi

Gülümse Kaderine...

            Halayın başında mendili sallarken dünyanın ne kadar da hızlı döndüğünün farkına varıyorsun. Az önce elimi omzuna attığım adam yıllar yılı en iyi dostlarımdan biri oldu. Mahallede misket oynadığımız günler tek gayemiz en renkli misketlere sahip olmaktı. İlk okula giderken tenekeden yaptığımız topla rakip tanımazdık. Ergenlik sivilcelerimiz yüzümüzü istila ederken lise de uzaktan severdik hep kızları. Okuldan eve , evden okula giderken hayallerimizi anlatırdık birbirimize. Sonra kaderimizi değiştiren gün gelip çattığında memleketten kilometrelerce uzağa , farklı alemlere dağıldık. Çok sıkıldığımız anlarda telefon ahizesinden gelen kahkaha ile döndük hayata. İyi ki var dedik eski günler...

           Sonra diplomayı rulo yapıp elimize verdikleri gün; kim hayallerimizi satın alır ve kim bu adamlara inanır da kız verir diye kara kara düşündük. Belki de çok düşünmekten benim saçlarıma aklar düşerken , o tel tel kaybetti. Biz yola çıktıklarımızı , yolda bulduklarımıza tercih etmedik. O yüzden evlilik hep bir adım ötemizde kalmıştı. Sonra bir gün heyecanla geldi yanımıza. Bir başka bakıyordu , o gün gülümsemesindeki güzelliği fark ettik.

                Oturduk , konuştuk. Emin misin? Bu seferkinin farkı nedir?  Ve bir şeyin farkına vardık ki; mutluluğu bir yolculuk olarak gören bizler , elimizde biletlerimizle doğru zamanın gelmesini bekleyerek hata mı ettik diye şüpheye düştük. Bir gün bu dostluk sevdiğimiz kadınların gölgesinde kalırsa , iki kalbin arasına mesafe girer , eski resimler tozlu raflara kalkarsa diye kara kara düşünürken treni kaçırmanın manası olmadığını anladık. 

   
  Onların ilk aşkı olmayabiliriz belki son da olmayacağız. Ama bizi seviyorlarsa bundan ötesi var mıdır? Tıpkı bizim gibi onlarda mükemmel değil , olmak zorunda da değil. Onları güldürebiliyorsak , sahilde martılara simit atarken düşündürebiliyorsak , kabul et arkadaş ben neden mutlu değilim diye hayıflanma. Onu hatalarıyla da , günahlarıyla da sevmeye çalış , verebileceğin her şeyi ver. Bizi her an düşünmek zorunda değiller , ama kırılabilecek olan bir parçalarını vermediler mi bize. KALPLERİNİ...
          
O zaman incitme onu , sevdiğin insanı nasıl tanıdıysan öyle bırak, değiştirmeye çabalama , anlam arama her yaptığında , akışına bırak bazen , verebileceğinden fazlasını bekleme. Seni mutlu etse de etmese de gülümse... Rastalı adam ne diyordu: "Herkes seni incitecek , yapman gereken tek şey acı çekmeye değer birini bulmak." 

Gülümse kaderine işte ,
Nereye gider diye de düşünme,
Kimi zaman içten , kimi zaman istemeyerek,
Kimine sevgiyle, kimine nefretle,
Bazen ufak bir tebessümle , bazen ağzını iki yana açarak,
Kaybedecek neyim var diye de düşünme , kazanacak onca şey varken...
Gönül kapısına kimin uğrayacağın nereden bilebilirsin ki;
O zaman sabret , o gün geldiğinde sevgiye , mutluluğa hasret olan gözlere
gülümsemeyi çok görme...
                       

                      




18 Ekim 2015 Pazar

Yazamayan Yazar , Tek Şiirlik Şair...

           Şehrin doğusunda küçük bir ev , bilemedin belki de tek göz bir oda. Küçücük penceresinden koskocaman dünyaya bakabildiğin , en nihayetinde sana kimsenin karışamadığı bir yer, sıradan bir insanın hayallerinin ve umutlarının sığacağı kadar... Sabah uyandığımda trafik sesini duyuyorum. Stresli ve karın ağrısı ile işini giden yüzlerce kader mahkumu. Akşam dönerken ağır ağır ilerliyorum aynı sokakta. Mahalle kömür sobası kokuyor , işportacılar sesi yankılanıyor ve yaşadığımın farkına varıyorum. 

             Siz de bazen kapana kısıldığınızı hissediyor musunuz? Kurtuluşun ıssız bir otel odasında hayatınıza son vermek olduğunu düşünürsünüz. Ama acele etmeyin , siz sıradan birisi değil miydiniz? Ne zannediyorsunuz öldükten sonra size rock yıldızı muamelesi mi yapacaklar. O yüzden çabuk dağıtın bu fikirleri aklınızdan. Şu an imtihan halindesiniz. O yüzden aldığınız her kararda şıkları işaretlerken çizgi dışına taşırmamaya dikkat edin. 

              Elimde kalemim kendi hikayemin senaristiyim. Aslında değilim , bana sipariş edilen senaryoyu yazıyorum. O yüzdendir ki , bir türlü ilham gelmiyor yaşama dair. Kompoziyonlarımın karamsar olduğunun farkındayım. Fakat biz değil miyiz; ölümden ders çıkartan , entrikadan hoşlanan seyirciler. Komedi para etmiyor artık. Bakınız Hollywood'da saysanız bir elin parmağını geçmez artık. Biz de ise absürd komedi altın çağını yaşıyor. 

              Bir kulaç daha atsam karadayım belki. Hani derin derin nefes alacağım , kafamı yastığa rahatça koyacağım , tüm aksiliklere siktir çekeceğim, kesintisiz kahkaha atacağım günlere az mı kaldı ne! Belki de kendimi avutuyorum. Sahi ben geçen sabah istifa etmeyecek miydim? Ne oldu yahu! Babam geldi aklıma, hani 30 yıldır durmadan bizim için çalışan adam. Emekli olduğunun farkına varamayan, bir ev almanın hayallerini kuran ve sonrasında huzur için öleceği günü bekleyen adam. 

                Çok yanılmışım hayatı okuduğum kitaplardaki gibi sanarak. Bir yumrukla tüm saçmalıkları yere sereceğimi sanmışım. Oysa ki daha ilk round bitmeden beklenmeyen bir yumruk ile nakavt oldum.  "Gelecek Kaygısı". Hani şu beyaz gömleği giyip , iş çantasını eline aldıktan sonra dünyayı kurtaracağını sanan mahluklar var ya! Sonumuz belli arkadaş ;düğünden gelen takılarla mutlu bir yuva kurup, kredi kartına taksitle yurt dışında balayı yapacağız. Düğün arabasına teneke bağlamasak da günlüğü birkaç yüz liraya lüks bir araba kiralar bir günlüğüne peri masalını yaşarız. 

                 Her geçen gün biraz daha yalnızlaştığımı hissediyorum. Ama bir yandan da bu yalnızlık bana güç veriyor. Evet bir serap gördüğümü iddia edenler var, fakat çöldeki bahtsız bedevi ben değilim. O yüzden kutup ayısından korkacak bir şey yok.  Sadece biraz sabır , ben hikayemi çok satsın diye değil , birilerinin elinde gerçek değerini bulsun diye yazıyorum.

Bir kum tanesi olsan,
Aksan binlercesiyle beraber durdurak bilmeyen zamana,
Ters düz olsa da dünyan,
Elbet bir gün gelir doğru zaman...


                  

               

11 Ekim 2015 Pazar

Hayaller İstanbul, Hayatlar Kandahar...

            Dedem duvar örerdi,
            Babam duvar örerdi,
            Ben duvar örüyorum,
            Peki hala bir evimiz niçin yok ? 
Fellini'nin Amarcord'un filminden bir sahne... Sene 1976 aradan kırk sene geçmiş ve değişen hiçbir şey yok. O zaman neden hala sokaklara dökülüp demokrasiyi , barışı çağırıyoruz; haktan, adaletten , eşitlikten söz ediyoruz. Çağırınca geliyorlar mı? Güçlü her zaman haksızdır bu dünyada ! O zaman zalimin zulmü varsa ,sevenin Allah'ı var demek istiyorum. Fakat dilim varmıyor demeye , çünkü inandığımız ne varsa iyi niyete , aşırı sevgiye , birilerinin koyu inancına kurban gitti. 

Hep klişe bir laf vardır ya ülkenin %99 müslüman. Bugüne kadar bu sayısal üstünlük bize ne verdi. İslam kelimesinin köküne inersek s,l,m harfleri yani salim , selim , kimseye zararı olmayan anlamlarına ulaşıyoruz. Halimiz ortada , oluk oluk akan kan. Kanlı eller ile uçurulan barış güvercinleri , bıçak kemiğe dayandı , kimse sabrımızı test etmesin , bir ölürüz bin doğarız, acımız çok büyük...

Keşke dediğim  bir şey varsa, keşke dünyaya biraz erken gelebilseydim. Siyasi söylemler pek değişik olmazdı  , cehaletimizi kendi içimizde yaşardık kitlelere yayılmazdı belki de. Köylü toprağını eker , işçi alın teri döker , kadınlar analık yapar , erkekler ise adamlık... Şimdi yavaş yavaş toprağı ekecek köylüyü kaybediyoruz , işçi desen alnından akan ter kuramadan cebinde beş kuruş kalmıyor. Kadınlar hakkında söyleyecek bir şeyim yok ; ama klişe olmazsa annelerimiz gibilerini zor buluruz.  Erkeklere gelirsek burada sözü karşı cinse bırakmak daha iyi olur. 

25 yaşında her ne kadar çabalasan da, ne kadar çok okusanda , elinden geleni ardına koymasanda bir şeyleri değiştiremeyeceğinin farkına varmak kadar acı bir şey olmasa gerek.  Start verildi ve koşu başladı. At gözlüklerimizi takıp , finishi ilk görebilmek için dört nala koşuyoruz. Fakirliğine küfredip zenginliğin peşinden koşanı da görüyoruz. En akıllımızın bile işin sonunu paraya getiriyor. Belki yakında mutluluğu ambalajlayıp süpermarketlerin raflarına dizip kakalayacaklar da bize. Örneğin kim derdi bundan yıllar önce viagra ile erkeklerinin kaybolan libidosunun eczanelerde satılacağını. İşte mutluluğun yolculuğuda sanırım market raflarında bitecek. 

Kime oy verdiğim hiç önemli değil.  Kimin masum , kimin iyi olduğunu ; kimin zalim , kimin hain olduğunu ayırt etmekten sıkıldım artık. Seçim vaadlerine karnımız doymadı mı? 3 ay önce 300 lirayı bize fazla görenlere bugün ne değişti diye soramıyorsak neden sandığa gidiyoruz. Çünkü evde ekmek bekleyen çoluk çocuk var değil mi? İşte aç olanı toka , yetimi yezide , masumu zalime emanet ettik. 

Oturun ve gelecek hayalleri kurun. Bir kadına aşık olup , ilk doğacak çocuğunuza isim düşünün. Çok düşünmenize de gerek yok. Barış , Umut, Sevgi  neyinize yetmiyor. Hani çağırınca gelmiyorlardı ya , yapınca belki gelir...Sonra eğer yaşanacak bir yer bırakırlarsa çocuklarınızın elinden tutup güven içinde geleceğe yürüyün. Çalışmaktan takatiniz kalırsa emekli olmanın hayalini kurun. Şekeriniz yükselip , kan değerleriniz kötüleşmeye başlayınca fazla geç kalmayın. Ufaktan kefen parasını da kenara koymayı unutmayın.   Bunları bile düşünecek memleket bırakmadınız ya bize. Alın sandığınızı da başınıza çalın...


4 Ekim 2015 Pazar

İmtihan mı İntihar mı?

          Bu aralar hayatım, sonunu merak ettiğim ve bir an önce bitmesini istediğim bir film gibi. Sabahın 6'sında bir çalar saat sesi ile uyanıp , gecenin 11'inde eve bezmiş ve yorgun girerek geçiyor. Şikayet etme lüksümüz yok öyle değil mi? Çünkü bunu biz istedik. Kimse kafamıza silah dayamadı. Aslında hiç kimse sevmediği işi yapmak zorunda değil , çok beğendiği bir kıyafeti veya elektronik bir eşyayı zorda kalacağını bile bile kredi kartına borçlanıp almak zorunda da değil. Ama işte biz Y kuşağını deli s.kti. Her şeyin iyisini hemen istiyoruz.  

            Biz henüz bir ekonomik kriz ile karşılaşmadık , işten kovulmadık , boşanmak zorunda da kalmadık. Bizim en büyük buhranımız kendi iç dünyamız. Tüm gün sosyal medyada birilerinin hayallerine , mutlu mesut çekilmiş evlilik fotoğraflarına , dünyanın farklı noktalarında verilen absürd pozlarına maruz kalıyoruz. Hepsinde gülen insanlar. Halbuki göte kaçan borcu , şirkette maruz kaldığın mobbingi , anti depresan kullanan şirket çalışanlarından kimsenin haberi yok. 

           İşi genellemeye vuracak olursak bir kere yaşadığımız ülkeden dolayı hayata 1-0 yenik başlıyoruz. Yönetenlerin saraylarda yaşadığı , ama sarayları inşa edenlerin banka kuyruğunda beklediği. Dağdaki çobanla benim oyum bir mi abi diyenlerin, haksız rekabet koşullarında dağdaki çobanla aynı sınava girip memleketin entellektüeli olduğu ülkede , Ahmet Çakar'ın spor yorumcusu , Kemal Doğulu'nun moda ikonu , Acun'un medya patronu , Ajda Pekkan'ın akil kadın , Rasim Ozan Kütahyalı'nın siyasi eleştirmen olması gayet tabi normal. 

               İşin kötü tarafı da nedir biliyor musuz? Tüm bunlara yüz çevirip , kendi iç dünyanıza kapanamamanız. İşe gittiğinizde sizden güler yüz bekleyen insanların aslında sizin sinirinizi hoplatıp, motivasyonunuzu düşürdüğü , işinizi zevkle yapmanıza engel olduğu acı bir gerçek.  Hepimiz insanız; hayal kırıklıklarımız, yorgunluklarımız, ümitlerimiz , sevinçlerimiz yani dört mevsimi aynı anda yaşayan bir ruh halimiz var.  Derdinizi anlattığınızda; biz de o yollardan geçtik , başarı merdivenleri elleri cebinde çıkılmıyor , acı olmayınca tatlı olmuyor , sen buna da yorgunluk mu diyorsun , askerlik asıl şimdi başlıyor gibi insanın düşünürken değil sıçarken aklına geldiği cümlelere maruz kalıyorsunuz. Bunun daha ileri noktası evde benzeri cümlelere ebeveynleriniz tarafında da maruz kalmanızdır. 

                En çok acıyı ben çektim , hayır sen daha ne gördün ki! Hayatın sillesini yemek için daha çok gençsin. Ne demek psikolojik baskı altındayım. Hayallerinin bittiği yerde gerçekler başlar. Ve senin gerçeklerin kariyer yapıyorum safsatasında üç kuruşa 5 köfte satıp , geçim derdine düşmek. 

                 Aslında hepimiz o kadar normal insanlarız ki. Arkadaşlarımız ile bir araya geldiğimizde türlü türlü şakalar ile eğlenip , rakı sofrasında sevdalarımızı paylaşıp , klavye başında memleketi kurtarıyoruz. Ez kaza bacak arasını koruyan kızların namuslu olduğu ülkemde bir insan evladına güvenebilir de evleniriz diye hayal kuruyoruz. Ama gel gör ki bunca şeyin arasında intihar fikri aklımıza gelmiyor değil. Hani sabah metroyu beklerken kendi altına bırakmak veya metrobüs beklerken önüne atlamak. Gerçi ona da gerek kalmıyor artık metrobüs gelip sizi altına alıyor ya! 

                 Turgut Uyar ne de güzel söylemiş: " Bu hüznü siz de bilirsiniz. Anlat deseniz anlatamam. Enine boyuna yaşarım ancak."  
                

           

Bir insanın ölümü düşünmek için haklı bir sebebi olabilir mi?

2021 yılında hiç blog yazmamışım. Ne olacak benim bu üşengeçliğim bilmiyorum. Halbuki eskiden her Allah'ın günü bir şeyler yazardım. 20&...