30 Ekim 2016 Pazar

Ne de güzel uyuyordu memleketim,uyandırmaya kıyamadım

       Şimdi bir hafta daha geride kaldı öyle değil mi? Bir takvim yaprağını daha yırtıp çöpe attık. Çünkü arkasında yazan nasihatleri okuyamayacak kadar sıkkın canımız. Falım sakız çiğneyen kaç kişi kaldı mesela. Papatya falı bakan ? Sevgi , mutluluk belki de para yok yok hiçbiri değil aradığım ama  çok tuhaf bir şey değil mi bu , okuduğum kitaplarda veya izlediğim filmlerde asla sözü geçmiyor. Hepimiz kaçmak ve direnmek arasında bir seçime zorlanıyoruz Bukowksi'nin dediği gibi. Bizi delirten durum ise tüm olana bitene direnmek istememiz. 

       Okula ilk adım attığım gün geliyor aklıma. Sanırım her şey o zaman boka sardı. Çünkü bize önce hep ne yapmamamız gerektiği öğretildi. Halbuki kaybetmeden kazanmanın, yumruk yemeden sağlam kalmanın, sevmeden sevilmenin bir anlamı yoktu. Aldığımız notlar ile değerlendirildik. Misal hiç çocuk olmanın ayrıcalığını yaşatmadılar bize. Aferin alabilmek için hep başkalarının doğrularını yapmak zorunda bırakıldık. Kendi doğrularımız ne olacaktı peki. 

    Uslu bir çocuk ol, derslerine çalış, ebeveynlerini üzme, iyi bir okula gir, mezun ol, sistemin gerektirdiği niteliklere sahip ol, sahip ol ki iyi bir işin olsun, iyi bir işin olursa iyi bir eşin olur, iyi bir eşin olursa mutlu bir evliliğin olur, mutlu bir evliliğin olursa mutlu çocuklar yetiştirirsin, mutlu çocukların olursa mutlu bir baba olursun. Ve siktiminin dünyasına gülen gözlerle veda edersin. Kendimi galopta bekleyen yarış atı gibi hissediyorum. Start verildi ve koşu başladı. Fakat geldiğim noktada gerçek şu ki; ya benim jokeylerde iş yok, ya da diğer atların sahipleri dopinge başvurmuş. Aman canımız sıkılmasın diye ben aklımdan ikinci seçeneği geçiriyorum. 

     18 yaşımda iken babama edebiyat veya sosyoloji okuyarak para kazanabileceğimi anlatabilseydim bugün belki de işi olmayan veya daha az para kazanan biri olacaktım. Ama kafam da bir o kadar güzel olacaktı. Mesela 26 yaşımıza geldik. Bayramlarda seyranlarda her boku soran büyükler bir gün olsun kenara çekip. Ne olmak istiyorsun oğlum, var mı bir hayalin demedi. Onun bunun çocukları şurayı kazanmış dediler öğrenci iken. Diplomayı aldık bu sefer de onun bunun çocukları iyi bir işe girmiş çok para kazanıyormuş. Ulan onun bunun çocuklarından ne çektik be! Bir de utanmadılar onun bunun çocukları evlenip yuva kuruyormuş da biz ne zaman evlenecekmişiz. Kendimi hazır hissetmeden evlenip de dünyada zaten yeterince fazla olan onun bunun çocuklarından mı dünyaya getirelim. Lütfen ama... 

        Neyse neyse ellerimi başıma yaslayıp hayatı daha da katlanılabilir hale getirmeyi öğrendim. Kendimden başka kimseden bir beklentim yok. Terfi ve maaş zammı istemiyorum. En büyük korkum mal gelip mal gitmekti. O yüzden kendimi birilerine pazarlamamaya özen gösteriyorum. Kaybedecek bir şeyim yoksa, kimse beni yokluğuyla tehdit edemez. Televizyon izlemeyerek kendimi bilinçli olarak cahil bırakıyorum. Haberler desen dünya sikime memleket götüme. Şehit adı verilecek daha nice sokaklarımız var. Memleketin istikbalini düşünen, çalıyorsa çalsın aslanım yiğidim, hiç olmazsa ucundan biraz da bize veriyor diyen milyonlarca mal değneği de var. Her gün tecavüze uğrayıp öldürülen kadınlar, köprü geçiş ücretleri kadar bile gündeme gelmiyor. Hastaneler, okullar yapıyoruz parayı betona gömüyoruz. Ama içine koyacak öğretmen ve hemşire yok. Olanlar atanamıyor. Atananlar zaten FETÖCÜ... Diyanet fetva veriyor kızlar kaç yaşına kadar helaldir, kaç yaşına kadar haramdır. Ne güzel memleket tam sikimize göre bir diyanet var. 

             Tarih yazmaya niyetli politikacılar. Sanki az kan dökülmüş gibi, bir ölürüz bin doğarız diyor. Ben de hep düşünürdüm bu sözün dayanağı nedir diye. Şimdi anlıyorum diyanet ile politikacılar ağız birliği yapıyormuş. Olan yine gözü yaşlı analara oluyor. Bu yazıya da karamsar diyenler olursa siktirsin gitsin. Kanal D'de kısmetse olur, olmazsa ben bilmem eşim bilir izlesin. Ah ah Aziz Nesin ne de güzel demiş : "ne de güzel uyuyordu memleketim,uyandırmaya kıyamadım." 

       

23 Ekim 2016 Pazar

Hayata Diss Atarken...

      Gecenin bir vakti olmuş aklımda Tupac Shakur'un dizeleri, bir yandan da dinliyorum tabi ki. Hayata Diss atarken dizeler parmaklarımızın arasından uçup gidiyor. 25 yaşında ölmüş bir insan olarak kısacık yaşamında arkasında onlarca albüm, filmler ve tabi ki de dolu dolu bir yaşam öyküsü bırakmış.

     "İnsan her gün bir parça müzik dinlemeli, iyi bir şiir okumalı , güzel bir tablo görmeli ve mümkünse birkaç mantıklı cümle söylemelidir" diyor Goethe.  Tupac Shakur'dan Goethe'ye atlamam biraz tuhaf gelebilir ama. Hayat felsefeleri ve düşünce dünyalarıyla bizi derinden etkiledikleri kesin. Her akşam işten eve dönerken bizim sokağın köşesinde midye satan abiyi görüyorum. Ben çocukken bizim ilkokulun köşesinde satardı midyelerini. Bir iddia uğruna düzinelerce yer, arkadaşlarla kavga ederdik. Dile kolay 18 yıldır bizim mahallede midye satıyor. Ve bunca yıldır göz aşinası olduğum, tezgahından midye yediğim adamın adını sormak aklıma bile gelmemiş. Fakat isimlerden çok hikayeler önemli değil midir? 

        Her ne kadar doğup büyüdüğüm Zeytinburnu'ndan bir gün kaçıp kurtulacağımı söylesem de çok şey borçluyum çocukluğumda bıraktığı anılardan ötürü. Bizim semtimiz Birleşmiş Milletlerin mülteci kampı gibiydi çocukluğumuzda. Gerçi hala öyle ama. Afgan savaşında kaçıp gelen binlerce afgan ailenin bir kısmı bizim mahallemizdeydi. İlk başlarda yadırgamıştık. Kokuyorlardı, temiz kıyafetleri olmuyordu hiç, bir kıyafeti birkaç kardeş giyiyordu. Okulda aynı sırayı paylaştık onlarla.Tıpkı başka bir savaştan kaçan Doğu Türkistanlı kardeşlerimiz gibi veya Diyarbakırlı, Hakkarili kardeşlerimiz gibi. Kimi zaman misket yüzünden kavga ettiğimiz olurdu. Daha küçücük bir çocukken hayatın adil olmadığının farkındalardı. Haklarını sonuna kadar savunuyorlardı. 

        Acaba şimdi hayat onlara ne sundu diye merak ediyorum. Yumruklarımızı sıkarak büyüdük. Bir topun peşinden koşan onlarca çocuk bir dönem aynı hayalleri kurduk. Mavi önlüğümüzü giydiğimizde hepimiz eşittik. Okul önleri taze salatalık, midye kokardı. Bir kutu kolayı kim bilir kaç çocuk içerdik. Dostluklarımızın hepsi önce kavga ederek başlardı. Ve başka bir kavgayla son bulurdu. Çocuk da olsak birbirimize karşı dürüsttük. Bize sürekli yapamazsın, imkansız diyen büyüklere inat kendi bildiğimizi okumaktan geri durmazdık. Özünde hepimiz iyi çocuklardık ama  ağız dolusu küfür ve hedefe kitlenmiş taşlarla kendimizi savunmaya hazırdık.  

     Bugün kocaman adamlar olduk, çok katlı plazalarda takım elbiseler giyip farkında olmadan birilerinin taşşaklarını ağzımıza alıp gargara yapıyoruz. (Bilimsel manasıyla değer verip, iltifatta bulunuyoruz başka bir deyişle olumlu geri dönüş diyebiliriz.) Para kazanarak sadece kendimizi kurtarmanın peşindeyiz. Sevdiğimiz kızlara eşi benzeri olmayan bir evlenme teklifi yapmak için her geçen gün hayal gücümüzü zorluyoruz. Yuvayı kuracak iki kişinin mutluluğunu görsün diye 500 kişilik iyi organize edilmiş düğünler olmazsa olmaz. Nasılsa takılardan gelen para ile maliyeti çıkacağız öyle değil mi? Peki ya yurt dışında yapılan balayına ne demeli? Sorsanız Ankara'dan öteye gitmemiş insanlar , Pisa kulesini parmak ucuyla iten pozlar verip Napoli'de en ince pizzanın tadına varıyor. Hayat bir seri üretimi dönüşmüş. Mutluluk tacirleri iş başında. Sidik yarıştırır gibi mutluluğumuzu, kariyerimizi, mobilyalarımızı yarıştırıyoruz. 

       Lanet olsun bu gecede  sistemi eleştiren bir yazı yazdım. Öncesinde sistemi eleştiren mükemmel bir film izleyip, saatlerdir Tupac Shakur dinliyorum. Pazartesi sabahı takım elbisemi giyip, aynı kişilerle metroda yolculuk yapacağım. Hala onların hayat hikayesini merak ediyorum. Sahi gelecekle ilgili hayalleri neler acaba? Her geçen günün boka sardığını düşünüyorum. Mastürbasyon gibi bir şey değil mi sizce de? Her gün aynı şeyleri yapıp kendimizi tatmin etmeye çalışıyoruz. Sonrasında kısa bir süreliğine de olsa yaşadığımız pişmanlıklarımız var. Neyse vurguncular ne demek istediğimi anlamıştır.  İyi geceler sayın okurlar... Sevgiyle kalın, mutluymuş gibi davranın ve sosyal medya hesaplarınızdan eşşiz hayatınızı paylaşmayı unutmayın. 

20 Ekim 2016 Perşembe

Geçmişinin Özlemcisi, Bugününün Şikayetçisi...

Ellerim cebimde metroya doğru yavaş yavaş ilerliyorum. Yanımdan insanlar koşarak geçiyor, kapanan kapıyı zorla açmaya çalışanlar var. Bizim göremediğimiz ama birilerinin inandığı ortalardaki boş yerlere doğru ilerleme çabası içindeyiz metroda. Nezaket yok, hoşgörü yok, gülümseme yok. Tren durağa yaklaşırken aklımdan bir ibnelik geçmiyor değil. Kendimi trenin altına atsam da insanlar evine birkaç saat geç gitseler... Umurlarında mı ? Tabi ki değil. Hatta ölünün arkasından beddua bile edeceklerdir. Hayat böylesine bir hal almış işte.

Küçük bir çocuk iken yalnız kalmaktan korkardım. Her gün sokağa çıktığımda muhakkak komşunun çocuklarını, en yakın arkadaşlarımı oyun oynamaya çağırırdım. Ben gitmezsem onlar beni çağırırlardı. Bugün ise eski dostluklarımın muhasebesini yapıyorum. Kimseden beş kuruş beklentim yok. Kimsenin de benden bir beklentisi olmasın. Çünkü o kadar yüzsüz insanlar olduk ki. Beni anlayanlar olacaktır. Mesela artık kitapçıları saatlerce gezmek zorunda kalıyorum. Çünkü zor kitap beğeniyorum. Okuduğum kitap ayırdığım zamana değsin. Aynı şeyi yeni tanışacağım insanlar için de düşünüyorum. Mevcut arkadaşlıklarımı gözden geçiriyorum. 20 yıllık dostlarımı bile aramaz oldum. Çocukken ömür boyu aynı mahallede oturup gazozuna maç yapacağımızı düşünürdüm. Maalesef öyle olmuyormuş. Çocukken ne kadar da çok konuşacak konumuz varmış. Bugünse iki kelimeyi bir araya getirip laflayamıyoruz. Hatta yeri geliyor, karşılaşmamak için farklı yollardan gidiyoruz.

 İş hayatımda, özel hayatımda yapmacık olamıyorum. Bürokrasiyi yürütemiyorum bir türlü. Can Yücel’in dediği gibi bizim orada göte göt derler. Ben de herkese hak ettiği muameleyi göstermeye çalışıyorum. Ah keşke kendimi daha iyi anlatabilsem. Fakat kendi babam bile beni anlamıyorsa, kendimi başkalarına anlatmamın ne anlamı var ki… İstediğime istediğimi söylüyorum. Ben gemileri değil, limanları yakmaya hazır konuma gelmişim. En iyisi için çalışıp, kendimi en kötüsüne hazırlıyorum.

Nasihatler başladığında olabildiğince hızlı bir şekilde oradan uzaklaşıyorum. Çünkü babanızın gözünde hala dünkü çocuk, yöneticinizin gözünde hala ilk günkü acemisiniz. Sizin çektiğiniz zorlukların, ruh halinizin hiçbir önemi yok. Ohoo onlar bizim yaşlarımızdayken neler neler gördü. Bizim de çektiğimiz çile mi canım. Siz de Allah aşkına!

İyi gün kötü gün dostu gibi ayrım yapmıyorum. Sağ olsunlar mutluluğumuzu ve başarımızı layıkıyla yaşama fırsatımız vermediler. Hep aman çocuğum başkaları duymasın, ayıp olur. Kendi içinde yaşa. Kibirlenme, bu da bir şey mi gibi laflarla geçiştirdiler. Başarılarımız başkalarınınkiyle kıyaslanınca küçük geldi gözümüze. O yüzden iş hayatımda terfiyle parayla motive edemiyor kimse beni. Sanırım artık daha az okuyup, daha fazla yazmak istiyorum. Paranoyaklık derecesinde zamanı dolu dolu yaşamaya çalışıyorum. Oku, yaz, düşün, gülümse, çok çalış. Bunca şeyin arasında vakit kalırsa bir kızı sevmeyi dene. Evet sanırım bu aralar onu da denemeye çalışıyorum. Çok eksiğim varmış bir insan olarak onu anlıyorum. Misal sabretmek çok önemli, karşılıklı anlayış, Güleryüz, tevazu, az konuşup öz konuşmak, dertlere derman olmak, sırdaş olmak, iyi bir arkadaş olmak  bu yollardan tek tek geçiyorum.

İşte öylesine bir ruh halindeyim yine. İçim içime sığmıyor. Bilmem kaç katlı plazalarda, sırf aldığım diploma ve eğitim boşa gitmesin diye gençliğimi çürütüyorum. Kazık çakmaya gelmedik bu dünyaya. İşi ahirete vurursak, sorgu meleklerine aldığım sertifikaları ve ödülleri gösterip, birkaç da sağlam referans vererek cennete gidemeyeceğim. O zaman nedir bu stres, bu telaş.  Para kazandığım hayatı mı yaşayacağım. Yoksa hayalini kurduğum hayat için mi para kazanacağım. Her zaman ikinci seçeneğin peşinden koştum. Ümit ediyorum ki; emeğimiz, hayallerimiz, güler yüzümüz karşılığını bulur bu hayatta. Ve bir gün oturup kurduğumuz cümleleri  üç nokta ile değil, tek nokta ile sonlandırırız. İşte o gün kendimiz olup  mutluluğu yakaladığımız gündür sevgili dostlar…

19 Ekim 2016 Çarşamba

Eğitim Cehaleti Aldı, Eşeklik Yine Baki Kaldı...

     Yine hayaller kurduğumuz bir günü daha geceye uğurluyoruz. Bazen kimsenin beni bulamayacağı, herkesten ve her şeyden uzak bir yerlere gidip saklanma isteği uyanıyor içimde. Yorucu bir iş günün bitmesine yakın koltuğumu arkaya doğru itip şöyle bir insanları izledim. Kimse onları izlediğimin farkına varmadı. Kimileri kafasını ekrana gömmüş, kimisi telefondan gizli gizli mesajlaşıyor, kimisi telefonda kavga ediyor... Hayat bu işte. Hayallerini gerçekleştireceğin dünyaya hoş geldin. İnsan ziyan olmak için yaratılmıştır. 

     Zafere giden yolda çekilecek bir çilemiz var orası kesin. Sürekli kendimizi birilerine ispatlamamız gereken bir iş ortamındayız. Misal insanlara derdinizi anlattığınızda veya hayallerinizi paylaştığınızda zayıflık olarak algılanıyor. Sadece iyi bir insan olmak istiyorsunuz, kafanız rahat olsun istiyorsunuz, tabi ki stres ve hayal kırıklıkları iş hayatının gerçekleri bunun da farkındayız. Peki bu bencilliğe, para her kapıyı açar zihniyetine ne demeli? Hayat; her geçen günü bizi sevdiğimiz insanlarla, sağlığımızla, ölümle sınıyor. 

     Ben 26 yaşımda birilerinin biçtiği kefene sığmaktan, kendimi birilerine ispatlamaktan, hayallerimi emeğimle değil birilerinin suyuna giderek gerçekleştir diyenlerin nasihatlerinden bıktım. Sahi en son ne zaman karşılıklı güvene dayalı bir şey yaptık. Kendimi havucun peşinden koşan eşek gibi hissediyorum. Bir türlü o havuçtan ısırık alamadım. 

    Çok çalış, iyi bir eğitim al, iyi bir işe gir, çok para kazan, iyi bir yaşam kur, aklına geleni yap, sürekli gülümse, bir kadını hak edecek nitelikte bir adam ol, güvenini kazan, yuvanı kur, evini geçindir, adını yaşatacak veletler dünyaya getir, çok çalış, para kazan, veletlere iyi bir eğitim ver, iyi bir yaşam kur, akıllarına eseni yapsınlar, sürekli gülümset, topluma kazandır. En sonunda huzur içinde ölebilesin...

      Bana bu saatten sonra nasihat verip, havuç uzatmayın. İçimden o havucu alıp g.tünüze sokasım geliyor çünkü. Bırakın kendi hatalarımızdan dersler çıkaralım, çok bilinen değil kendi bildiğimiz yoldan gidelim varacağımız yere. Mutlu olmak kadar, mutsuz olmak da en büyük hakkımız. Mutluluk olağandışı bir durum, mutsuzluk rutinimiz bizim. Yüzüm bu kadar gülerken nasıl oluyor da düşüncelerin karamsar  diyenlere şaşırıyorum. Halbuki Murakami ne de güzel özetliyor ruh halimi: 

"Yaşamın bir bisküvi kutusuna benzediğini düşün. Kutunun içinde, her tür bisküvi vardır, sevdiklerin de sevmediklerin de, öyle değil mi? Ve insan sevdiğini önce yerse geriye pek sevmedikleri kalır sadece. Ben kötü günler geçirdiğimde hep böyle düşünürüm işte. Şimdi bunu yaparsam, sonrası daha kolay olur, derim kendi kendime. İnan bana yaşam bir bisküvi kutusu gibidir."

              

16 Ekim 2016 Pazar

Yaprak Döküyor Bir Yanımız, Bir Yanımız Bahar Bahçe...

           Yeni bir gün doğuyor günün ilk ışığı pencerenden odana sızarken. Birkaç dakikalığına da olsa boş gözlerle tavandaki izlere bakıp, noktaları birleştiriyorsunuz. Günler, saatler, dakikalar derken zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz. Hep olmak istediğiniz adam oluveriyorsunuz, eli cebinde ağır adımlarla ilerliyorsunuz. Rutinler başlıyor hayatınızda, hikayeler yeniden yazılıyor, dinlediğiniz her şarkından bir anlam çıkartıyorsunuz kendinize, okuduğunuz her satırın altı çizilmeye değer oluyor birden. Daha önce yedikleriniz hiç bu kadar lezzetli olmamıştı diyorsunuz. 

            Sahi ne oluyor size böyle. Tesadüflerden bir köprü inşa ediyorsunuz. Birbirini uzak iki kıtayı birbirine bağlıyorsunuz. Mesafelerden eser kalmıyor, manzaranın keyfini çıkarma vakti. Güneş batımına yakın deniz de hoş bir yansıma. Oltalar atılıveriyor boğazın serin sularına. Bilmem kaçıncı hayali geçiriyorsunuz aklınızdan. Keşkelerinizi iyi kilerle bitirmeye başlıyorsunuz. Her başlangıcın bir sonu var diyorsunuz. Çok düşünüyorsunuz, hayat akışına bırakılacak kadar uzun değil diyorsunuz. Ümitsizliğinizi gurur zannediyorsunuz. 


            Ne tuhaftır öyle değil mi? Çengelköy'den Kuleli'ye doğru yürürken sararan yapraklar düşüyor üstünüze. Yaprak döküyor bir yanınız, bir yanınız bahar bahçe. Biz bu dünyaya birilerini mutlu etmek için geldiysek , birileri bu dünyaya ne için geldi diye bir soru geliyor aklınıza. Korkuyorsunuz işte var mı ötesi? Birisini mutlu etmek, güldürmek, derdine ortak olmak, elinden tutmak istiyorsunuz? İçinize zor sığdırdığınız o duygular var ya, dökmemek için bu zamana kadar parmak ucunda yürüdüğünüz hayat? Bir zaman sonra ağır geliyor, bırakıyorsunuz. Şanslıysanız kırılmadan tutan biri vardır hemen yanı başınızda. Yok değilseniz artık eskisi gibi olmaz hiçbir şey...

          İşte öyle bir mevsimin başlangıcındayız sevgili seyirciler.  Biri çıkıp gelsin yaralarımızı sarmak için. Üfleyince geçmeyecek kadar büyüdük, belki sevince unuturuz ne dersiniz. Gelecekse şimdi tam vakti, bahar da her yer  salkım çiçek zati...

              

13 Ekim 2016 Perşembe

Mutlu Ol, İyi Bak Kendine...

          Üniversite bittiği günden beri her sabah işe karın ağrısı ile gidiyordum. Fakat son iki haftadır böyle bir vurdumduymazlık, boş vermişlik var ki anlatamam. Elim cebimde uzun uzun yürüyüşler, yürürken gökyüzüne bakıp hayaller kurmalar. Üsküdar sahilinden gelen motorları seyretmeler falan. Kendimi İsmail abi gibi hissediyorum. Elimde çayım, bir bank köşesine oturmuş vapurdan inen insan selinde boğuluyorum. 

           Sanırım bu zamana kadar hep kendimi mutlu etmişim. Her ne kadar mutsuz olduğumu iddia etsem de. İyi bir insan olmak, aza kanaat etmek, semt semt gezip yeni insanların sofrasına oturmak, derin derin nefis almak, bol bol yürümek, daha fazla gülümsemek istiyorum. Misal Üsküdar'daki Eminönü iskelesinin karşısındaki banka geçen günlerde tarih attım. Bilmiyorum belki o tarihten sonra hayatımın akışı değişir diye düşünüyorum. Bu hafta da gidip adımı soyadımı kazıyacağım. İleride belediyeden istesem verirler mi ki acaba? Evimin balkonuna koyarım, martılara simit atarız. Düşündüm de ne şiirler yazılır be. 

           Artık yarın ne olur diye düşünmekten yoruldum. Bardağın boş tarafını görmekten de. Çok şükür her akşam çayımın yanında kurabiyem, aynı sofrayı paylaştığım bir ailem var. Elleri küçücük, gülümsemesi kocaman bir kız kardeşim var. Hayalleri cebine sığmıyor. Beraber yürüyeceğimiz yollar var. Her şeyi bir kenara bıraktım. Galiba yarının güneşli ve güzel olacağına dair kuvvetli bir inancım var. Ne oldu bu karamsar çocuğa böyle diye sormayın. Bilsem inanın söylerdim. Ölen bir çocuk bana gülümsemeyi unutmamamı söylemişti. Sözümü tutsam iyi olacak. 

         Neredeyse bir yıl olmak üzere İlker aramızdan ayrılalı. En kısa zamanda yanına gidip dertleşsem iyi olacak. Anlatacağım güzel şeyler var. Ah keşke yine beraber olsak. Elini omzuma koyar güle oynaya yürürdük Üsküdar sahilinde. Planlar yapardık. Evleneceğimiz kızlar hakkında konuşurduk be kuzi. Senden ne güzel baba olurdu biliyorsun değil mi? Sanırım ilk defa dediğin şey oluyor. O yüzden ne yapacağım bilmiyorum. Ya yine elime yüzüme bulaştıracağım ya da turnayı gözünden vuracağım. Fakat her şeyi olduğu gibi bunu da zamana bırakmak gerekiyor. Aşağıda yazdığım sözü gerçekleştirmek bana kalmış. Neden olmasın iyi bir çocuk olursam belki bir şirinleri bile görebilirim...

             Mutlu olmak için içinde bulunduğunuz andan daha iyi bir zaman olduğuna karar vermek için beklemekten vazgeçin. Mutluluk bir varış değil, bir yolculuktur. Pek çokları mutluluğu insandan daha yüksekte ararlar, bazıları da daha alçakta. Oysa mutluluk insanin boyu hizasındadır.

9 Ekim 2016 Pazar

Deli Çocuğun Güncesi...

          Doğduğumda kel, 2 yaşıma kadar sarışın, sonrasında kızıl ve 20'li yaşlarımdan itibaren de beyazlayan saçlarımla dört mevsimi gören ağaçlar gibiyim. Çok uzun zaman önceydi diyeceğim ama tanıdığım bazı abilerim ya bi siktir git Murat yaşın kaç başın kaç diyecek. O yüzden bir zamanlar ben de ergenliğimde sevmiştim diyelim. Valla bak şimdi böyle yazınca inanasım gelmedi ama. Yürüdüğüm yol ayaklarımın altından kayıp gidiyordu. Ağustos böceği gibiydim. Sonra tabi olmayacak duaya amin dediğim için birazcık üzüldüm. Neyse ki yaralarımı üfleyerek geçirebiliyorum hala. 

              Ben hep doğru kızları sevdim. Peki yanlış giden neydi? Yanlış zamandı, yanlış adamdım. Evet evet hata hep bendeydi. Üşendim, kazanmak zor olandı. Ben hep kaybetmeyi seçtim. Zaten şair olmak isteyenler kaybetmeyi göze alanlar değil midir? Kalp kırmadan, gönül koymadan, ağlamadan sızlamadan usulcana oldu bittiye geldi. 25 yaşımda peşinden koşmadan mutluluğun gelmeyeceğini anladım. Aslında mutluluk falan diyorum ama o da işin bahanesi işte. 

             Murat iyi çocuk, hoş çocuk ama. Garip be... Kendinden başkasını sevemez. Tek çocuk mudur nedir. Kimi zaman çok ciddiye alır, kimi zaman vurdumduymaz. Sahi sevebilir mi bir kızı. Zannetmiyorum. Evet kısa da bir süre olsa hoş vakit geçirirsiniz. Çikolata-kahve yaparsınız, sinemaya gidersiniz, tiyatro neden olmasın. Sorsanız ne  hayalleri vardır. Misal Doğu ekspresi ile Rusya'dan Sibirya gider. Güney Kore, Japonya sonracığıma Doğu Avrupa'dan başlayacaksın eski Osmanlı vilayetleri, Güney Amerika; Uruguay, Arjantin oradan Küba tabi Meksika ve Peru'ya uğramadan olmaz. Evde televizyon yok. Çalışma odası salondan büyük. Raflar dolusu kitap, duvarlar boydan boya esin kaynağı şairlerin resimleri ile kült filmlerin afişleri ile donatılmış. Salonda cam önünde güzel bir divan vs. vs...

           Yıllar önce delinin biri tavşan deliğinden sokmuş bu çocuğu içeri. Kendini Alice harikalar diyarında zannediyor. Elalemin çocuğu para biriktirip ev alıyor, araba alıyor. Arabesk'te kına gecesi, yemekli kır düğünü, İtalya'larda balayı. Bizim çocuk ? Yarın ölecekmiş gibi yaşıyormuşmuş. Aşk desen aşka da inanmıyor ya. Ama oturup anca şiirler yazsın, çocukluğuna özlem duysun... Geçin bu eyyamcılığı geçin. Al sana hayatın gerçekleri. Yine dört ayağının üzerine düşüp doğru kızı bulacaksın. Hayaller kuracaksın, şiirler yazacaksın, beraber bir deniz kenarında kahvaltı yapıp güzel günlerden konuşacaksın. Peki ya sonra.... Sonrasında ilham gelir bir şiir karalarsın.

         Ben buyum,
         Cebi delik, gönlü zengin, kahkahası bol
         Hayallerini paçasından balkona asan,
         Saatinin mutlu olacağı günün sabahına kuran
         Bir deli çocuk işte...
         
         
                 

8 Ekim 2016 Cumartesi

Ders: Şükretmek...

        Dünya boktan sen tamsın kurduğun cümle eksik diyerek başlıyor şair söze. İşte öylesine bir gün daha geride kalıyor. Okumaktan keyif duyulan bir kitap daha tozlu raflardaki yerini alıyor, izlenen bir filmden sonra daha birkaç dakikalığına da olsa hayallere dalınıyor. 

       Üsküdar'dayım içimde ufaktan bir heyecan. Ah şu beklemek yok mu? Böyle hafiften karnınıza ağrılar girer, gözünüz sürekli saatte; dakikalar geçmek bilmiyor. Gözünüz akan kalabalığı görmüyor bile. İskeleye yaklaşan motorlarda gözünüz. Sonra ufak bir çocuk geliyor yanınıza, elinde eski bir kalem. "Abi kalem alır mısın diyor lafa girmek için. Aslında karnı aç ama lafa nasıl gireceğini bilmiyor. Teşekkür ederim ama ihtiyacım yok diyorum. Dudağını büküp ne olur alsana be abi diyor. İster istemez başını okşuyorum. İşte o zaman samimiyeti kurduğumuza inanıp karnım aç abi bana şuradan bir hamburger alır mısın diyor. Beraber büfeye giderken arkadaşlarım da aç onlara alsak olur mu abi deyince. Eh peki alalım bari demek zorunda kalıyoruz. Dünyayı kurtarmadık, çok da büyük bir hayır işlemedik belki ama. 7 yaşında küçücük bir çocuğun teşekkür edip "Allah seni sevdiğine kavuştursun" demesi kadar da güzel bir şey olmadığını anlamış olduk. 

           Bu dünyada insanlar ikiye ayrılıyor galiba. Bir: Mutluluğu kıyasıya pazarlık sonrası ucuza kapatabileceğini sanan tacirler. İki: Mutluluğu paylaştıkça çoğaltabileceğini bilen esnaflar. Her gün Üsküdar iskelesinden binlerce insan geçip gidiyor. Binlerce hamburger satılıyor o büfelerde. Fakat hala karnı doymayan çocuklar, içi ısınmayan yaşlılar var. 

         Memleketimin insanlarına ne oldu diye eleştiririm ama hala o kadar naif insanlar var ki? Karnım aç demeye utanıp mendil ve su satan amcalar var. Başını sokacak bir yuvası olmayanlar, evlatları tarafından arayıp sorulmayanlar, ikram edilen bir bardak çay için size binlerce kez teşekkür edip hayır duası eden insanlar. Okul bittiği günden beri çalışıyorum. Yüzlerce saat mesaiye kalıp, onlarca iş bitirdim. Kimi zaman stresten sinirden bayılacak gibi oldum. Kimi zaman ben ne yapıyorum diyerek kendimden kuşkuya düştüm. Kimse bir gün gelip içten bir şekilde Allah razı olsun demedi. Öyle yerlerde çalışıyoruz ki; insanın haline şükretmesini değil sahip olamadıklarını kıskanmasını empoze ediyorlar. Bugün güzel bir dersi tekrar etmiş oldum. Her şeye rağmen şükretmeyi, umut etmeyi, hoş görmeyi, gülümsemeyi, samimiyeti elden bırakmamayı hatırladım. Kendim olabildiğim sürece mutlu olabileceğimi, mutsuz olacaksam da kendimce mutsuz olmanın kıymetini anladım. Yatmadan önce çocukluğum aklıma geliyor. Ettiğim onca dua... Allahım sen konuyu biliyorsun işte. Bu kulunun ellerini yüzüne sürüp amin demekten başka bir şey gelmiyor elinden...
            

2 Ekim 2016 Pazar

Bakmayın etrafımızda fazla insan dolandığına, sırılsıklam yalnızız aslında...

      Bugün Üsküdar'dan Kuzguncuğa doğru yürürken müzik son ses ağır adımlarla sallanarak ilerliyorum. Demolition filmini izlediyseniz ne demek istediğimi anlarsınız. İçimde öyle bir his var ki; bir şeyleri kırıp döküp parçalamak istiyorum. Ama bunu küfrederek değil de yüzümde aptal bir gülümseme ile yapmak istiyorum. 

        İnsanlara olan tahammülüm gün geçtikçe azalıyor. Hani bir söz var ya; İnsanları tanıdıkça yalnızlık güzelleşiyor diye. Birileri tarafından küçümsenip, aptal yerine konulmaya çalışılıyoruz hep. Mesela metroda sıra beklerken arkadan dolanıp önünüze geçmeye çalışan üstün zekalılar var. Sizden daha çok parası olduğu için Allah'ın sevgili kulu olduğunu iddia eden akrabalar var. Zor zamanında destek olduğunuz ama sizi zor zamanınızda yalnız bırakan dostlar var. Kendi vakti sizinkinden daha değerli olan, canı tatlı, zora gelemeyen iş arkadaşları var. Sizi sevdiğini söyleyen ama bu sevgiyi ağzınıza sıçarak gösteren yöneticiler var. Çok çalışmaktan usanmış, kaybolan yıllarının acısını sizden çıkaran babalar var. Sadakatinizi, sevginizi, gelirinizi, hayallerinizi ölçen kız arkadaşlarını da eklemeden geçemeyeceğim. 

      Tek başına hayatı öğrenen adamı yokluğunuzla korkutabileceğinizi mi sanıyorsunuz? Ellerimle toprağa gömdüğüm insan sayısı, düğününe gidip göbek attıklarımdan fazla. Ben iyi gün değil, kötü gün dostu olmayı yeğledim. Can dostumu, kuzenimi, kardeşimi, yer yatağında şakalaşıp güldüğüm küçük çocuğu kaybettim. Mezar taşının karşısına geçip, sessizce gülümsedim. Hani filmlerde derler ya. Acaba şimdi bizi bir yerlerden izliyor mudur dedim. Konuştuklarımızı duyuyor mudur? Kan bağını bir kenara bıraktım. Bayram mesajlarını, hal hatır sormaları rafa kaldırdım. İçimden gelmiyorsa her şeyi ve herkesi görmezden gelmeyi öğrendim. Kim ne iş yapıyor, ne kadar kazanıyor, kiminle evlenmiş sadece genel kültürden ibaret.

       Harcanıp giden bir ömrün ağrısıdır bu aslında. Alttan aldığımız hayatın, tepemize çıkmasıdır. Yarın yine bir önceki günün aynısı doğacak. Yaşama ağrısı boynumuza asılacak, biz yine vapurdan simit atacağız martılara. Üç kuruşu bir araya getirmenin derdine düşeceğiz. İnsanlara tahammül edeceğiz ister istemez. Yaptığımız iyilikleri denize atacağız, küçük küçük gelen mutlulukları yarın ki zor günler için biriktireceğiz. Aradığımız aşkı ideal vücut ölçülerinde aramaya devam edeceğiz. Tutamayacağımız sözler tabi ki olacak. Kimilerine hak ettiğinizden fazla şans verirken, kimilerine bir şansı bile çok göreceğiz. Sahip olamadıklarımız için şikayet edeceğiz. Önce aynada kendimize bakmadan başkalarını eleştireceğiz... Tüm bunlar aklıma geldikçe çıldıracak gibi oluyorum. Herkes akıllı bir ben mi deliyim diyorum kendi kendime. Yüzüne baktıklarım gerçekten mutlu mu yoksa mutluymuş gibi mi davranıyor ayırt edemiyorum artık. Ve bir gece daha başımı yastığa koyarken vicdanımı rahatlatıp halime şükretmeye çalışıyorum. Böylesine bir düşünce dünyasının içinde bir tane daha doğuruyor insan kendinden ; Korkma ben varım desin diye...

Bir insanın ölümü düşünmek için haklı bir sebebi olabilir mi?

2021 yılında hiç blog yazmamışım. Ne olacak benim bu üşengeçliğim bilmiyorum. Halbuki eskiden her Allah'ın günü bir şeyler yazardım. 20&...