Şimdi bir hafta daha geride kaldı öyle değil mi? Bir takvim yaprağını daha yırtıp çöpe attık. Çünkü arkasında yazan nasihatleri okuyamayacak kadar sıkkın canımız. Falım sakız çiğneyen kaç kişi kaldı mesela. Papatya falı bakan ? Sevgi , mutluluk belki de para yok yok hiçbiri değil aradığım ama çok tuhaf bir şey değil mi bu , okuduğum kitaplarda veya izlediğim filmlerde asla sözü geçmiyor. Hepimiz kaçmak ve direnmek arasında bir seçime zorlanıyoruz Bukowksi'nin dediği gibi. Bizi delirten durum ise tüm olana bitene direnmek istememiz.
Okula ilk adım attığım gün geliyor aklıma. Sanırım her şey o zaman boka sardı. Çünkü bize önce hep ne yapmamamız gerektiği öğretildi. Halbuki kaybetmeden kazanmanın, yumruk yemeden sağlam kalmanın, sevmeden sevilmenin bir anlamı yoktu. Aldığımız notlar ile değerlendirildik. Misal hiç çocuk olmanın ayrıcalığını yaşatmadılar bize. Aferin alabilmek için hep başkalarının doğrularını yapmak zorunda bırakıldık. Kendi doğrularımız ne olacaktı peki.
Uslu bir çocuk ol, derslerine çalış, ebeveynlerini üzme, iyi bir okula gir, mezun ol, sistemin gerektirdiği niteliklere sahip ol, sahip ol ki iyi bir işin olsun, iyi bir işin olursa iyi bir eşin olur, iyi bir eşin olursa mutlu bir evliliğin olur, mutlu bir evliliğin olursa mutlu çocuklar yetiştirirsin, mutlu çocukların olursa mutlu bir baba olursun. Ve siktiminin dünyasına gülen gözlerle veda edersin. Kendimi galopta bekleyen yarış atı gibi hissediyorum. Start verildi ve koşu başladı. Fakat geldiğim noktada gerçek şu ki; ya benim jokeylerde iş yok, ya da diğer atların sahipleri dopinge başvurmuş. Aman canımız sıkılmasın diye ben aklımdan ikinci seçeneği geçiriyorum.
18 yaşımda iken babama edebiyat veya sosyoloji okuyarak para kazanabileceğimi anlatabilseydim bugün belki de işi olmayan veya daha az para kazanan biri olacaktım. Ama kafam da bir o kadar güzel olacaktı. Mesela 26 yaşımıza geldik. Bayramlarda seyranlarda her boku soran büyükler bir gün olsun kenara çekip. Ne olmak istiyorsun oğlum, var mı bir hayalin demedi. Onun bunun çocukları şurayı kazanmış dediler öğrenci iken. Diplomayı aldık bu sefer de onun bunun çocukları iyi bir işe girmiş çok para kazanıyormuş. Ulan onun bunun çocuklarından ne çektik be! Bir de utanmadılar onun bunun çocukları evlenip yuva kuruyormuş da biz ne zaman evlenecekmişiz. Kendimi hazır hissetmeden evlenip de dünyada zaten yeterince fazla olan onun bunun çocuklarından mı dünyaya getirelim. Lütfen ama...
Neyse neyse ellerimi başıma yaslayıp hayatı daha da katlanılabilir hale getirmeyi öğrendim. Kendimden başka kimseden bir beklentim yok. Terfi ve maaş zammı istemiyorum. En büyük korkum mal gelip mal gitmekti. O yüzden kendimi birilerine pazarlamamaya özen gösteriyorum. Kaybedecek bir şeyim yoksa, kimse beni yokluğuyla tehdit edemez. Televizyon izlemeyerek kendimi bilinçli olarak cahil bırakıyorum. Haberler desen dünya sikime memleket götüme. Şehit adı verilecek daha nice sokaklarımız var. Memleketin istikbalini düşünen, çalıyorsa çalsın aslanım yiğidim, hiç olmazsa ucundan biraz da bize veriyor diyen milyonlarca mal değneği de var. Her gün tecavüze uğrayıp öldürülen kadınlar, köprü geçiş ücretleri kadar bile gündeme gelmiyor. Hastaneler, okullar yapıyoruz parayı betona gömüyoruz. Ama içine koyacak öğretmen ve hemşire yok. Olanlar atanamıyor. Atananlar zaten FETÖCÜ... Diyanet fetva veriyor kızlar kaç yaşına kadar helaldir, kaç yaşına kadar haramdır. Ne güzel memleket tam sikimize göre bir diyanet var.
Tarih yazmaya niyetli politikacılar. Sanki az kan dökülmüş gibi, bir ölürüz bin doğarız diyor. Ben de hep düşünürdüm bu sözün dayanağı nedir diye. Şimdi anlıyorum diyanet ile politikacılar ağız birliği yapıyormuş. Olan yine gözü yaşlı analara oluyor. Bu yazıya da karamsar diyenler olursa siktirsin gitsin. Kanal D'de kısmetse olur, olmazsa ben bilmem eşim bilir izlesin. Ah ah Aziz Nesin ne de güzel demiş : "ne de güzel uyuyordu memleketim,uyandırmaya kıyamadım."