30 Mart 2019 Cumartesi

Seçim: Yolun Sonu Nereye Çıkıyor?

Bu iktidarla Türkiye siyasetinin çağ atladığını düşünüyorum. Sağ partileri tek çatı altında topladı. Sol partileri hiçbir zaman bir araya gelemeyeceği için parçalanmaya mahkum bıraktı. Bundan dolayı Sol partiler nereden oy devşireceğini bilemediği için sistemin dışında kalmış Sağ partilerle ittifak yapma yoluna gitti. Bugün bu senaryoyu izliyoruz. 

İktidar partisi 17 yıl boyunca nakış nakış işledi. Bugün Türkiye'nin dış borç, iç borç ve hanehalkı olarak toplum borcu 1 trilyon dolar civarında. İş dünyası borçlu olduğu için avucunun içinde, insanlar bireysel olarak borca battığı için avucunun içinde. Yerel seçimde yerel sorunlar konuşulmadı. Recep Tayyip Erdoğan sazı eline aldı. Ülke tamamen merkezden yani Ankara'dan yönetilen bir ülke oldu. Bunun sakıncaları nedir diye soranlar Komünist Rusya örneğini inceleyebilir. Gelişmemiş bir demokrasi, insan hakları ihlalleri, yalan ile gerçeği ayırt edemeyen basın, hâk ile batılı ayıramayan halk, israf edilen ekonomik kaynaklar, polis devleti, ispiyonaj düzeni...

Muhalefet partilerinin tek olumlu yaptığı şey belediyeleri yönetecek olan adayların ön plana çıkarılması oldu. İktidar partisi için de yıllardır yapılan gözlem hâlâ geçerliliğini koruyor. İnsanlar yerel idarelerde yöneticileri değil Recep Tayyip Erdoğan'ın karizmasını oyluyor. Bu iktidar olduğu sürece ülkenin normalleşme sürecine gireceğini düşünmüyorum. Sürekli mücadele edecek bir düşman arıyoruz. Hal böyle olunca gerçekten mücadele etmemiz gereken sorunları göz ardı ediyoruz. Genç bir nüfusa sahip olan Türkiye enerjisini boşa harcıyor. Üretim yapması gereken gençler iş bulmakta zorlanıyor. İş bulanlar liyakatına değil siyasi ve kişisel referansına güveniyor. Muasır medeniyetler seviyesine ulaşmak için diğer ülkelerle rekabet etmemiz gerekirken biz kendi kendimizle yarışıyoruz. Dönem artık teknoloji çağı olduğu için gelişmeler çok hızlı oluyor. Hani klişeleşmiş bir laf vardır ya "Medeniyetin 50 yıl gerisinde kaldık". İşte artık teknolojinin gelişme hızı arttığı için daha fazla geride kalıyoruz. 

Ben oyumu Bağımsız Türkiye Partisi adayı SELİM KOTİL'e vereceğim. Uzun zamandır Ekrem İmamoğlu ile Selim Kotil arasında gidip geliyordum. Kendimi ülkenin %95'lik seçmen kesimi gibi görmüyorum. Evet bir siyasi ideolojim var. Evet inandığım değerler, hayalini kurduğum bir yönetim tarzı da var. Ama bu sürekli alternatifi olmayan bir partiye oy vermem gerektiği anlamına gelmiyor. Ben de biliyorum Selim Kotil'in belediye başkanlığı seçimini kazanamayacağını. Hatta böyle adaylar için oyları bölüyorlar. O yüzden ya Ak Parti'ye verin ya da CHP'ye verin diyenler da azımsanmayacak kadar az değil. 

Tüm adayların vaatlerini dinledim. Selim Kotil'in arkasında bir basın desteği ya da geniş bir parti kitlesi yok. O yüzden tamamen kendisini temsil ediyor. Çok iyi bir eğitim almış. Çok zeki ve kariyerli bir insan. Ekrem İmamoğlu kadar güler yüzlü ve efendi. Evet neden böyle diyorum. Bu seçimde muhalefetin adayları tüm kışkırtmalara rağmen, tüm iftiralara ve yalanlara rağmen sükunetini ve terbiyesini korumayı başardı. Selim Kotil İstanbul'un sorunlarını iyi tespit etmiş ve bunları nasıl çözeceğini ve nasıl kaynak yaratacağını çok iyi bir şekilde ifade etmiş. O yüzden bu parlak zekanın benim gibi düşünen insanlar tarafından desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum. 

Peki o ağzınızdan düşürmediğiniz Demokrasi kelimesi ne anlama geliyor. Sürekli aynı yüzlere, aynı yalanlara kanmak zorunda mıyız? Beğenmediğim hatta artık tahammül edemediğim bu iktidara sırf birileri alışkanlıklarından vazgeçemediği için katlanmak zorunda mıyım? Aynı şey muhalefet partileri için de geçerli. Yenilikten anlayışları uyguladıkları politikalar değil, seçim yapıp yerine başka bir adayın gelmesi. O yüzden yeni yüzlere, yeni insanlara, yeni fikirlere, yeni söylemlere, kendi ayakları üzerinde durabilen insanların siyasete girmesine ihtiyacımız var. Genel seçimlerde bu tarz adayları görmek çok zor. Ama bari yerel seçimlerde yeni yüzlere şans verelim. Vermiş olduğunuz oyun sahibi illa ki iktidar sahibi olmak zorunda değil. Sizin düşüncelerinizi kamuoyunda yüksek sesle dile getirmesidir önemli olan. 

Sonuçta eğer birilerinin verdiği işe, birilerinin verdiği aşa muhtaç değilseniz. İktidarlar tarafından maddi ve manevi açıdan sömürülmüyorsanız. Belediye başkanı kim olursa olsun herkese eşit hizmet sunmak zorunda. Ülke olarak bu eğitim ve düşünce seviyesini gelelim artık Allah aşkına. Ben mutlu, huzurlu ve refah bir ortamda yaşamak için birilerinin ayakkabı cilası olmak zorunda olmayayım. 

Bir zamanlar demokrasiden büyük şeyler umulmuştu. Fakat demokrasi sadece halkın halk için halk tarafından sopalanması demektir. Son olarak gündemde olduğu için şunları söylemek istiyorum. Bir kişinin yaptığı yanlışı veya bir kişinin yaptığı doğruyu onun temsil ettiği partiye veya siyasi görüşe mâl etmemeliyiz. Yıllardır elinde şarap kadehi ile gezen, sözde aydın olduğunu iddia eden insanların  sorumsuzluklarını diğer aydın insanlara yükleyerek onları solcu, kemalist, beyaz Türk diye yaftalayan bir kesim var. Aynı şey başı örtülü olan, muhafazakar ve mutaassıp bir hayatı olan, Allah korkusu olan, dini bütün insanlar için de yapılıyor. Ak Parti tecavüze ses çıkartmıyorsa, yolsuzluğa ve fuhuşa göz yumuyorsa bu diğer dini bütün insanları yobazlıkla suçlama hakkı vermez. 

Bu yüzden bir çocuğa yapılan veya bir topluma yapılan terbiyesizliğin arkasına sığınıp işte bu yüzden oyumu inadına bu partiye vereceğim demek. Bunlar yarın iktidar olursa bizden intikam alacak diyerek rövanşizmden korkup inadına bir partiye oy vermek. Tamamen özgür bir iradenizin olmadığını ve akıl süzgecinden geçirip olayları değerlendiremediğinizi gösterir. Martın sonu bahardır veya İstikrar devam etsin söylemlerine aldanmayın. Gerçekleri görebilecek kadar bir aklınız, sorgulayabilecek kadar bir düşünceniz ve  ülkenin bulunduğu durumu kabullenebilecek kadar yüreğiniz olsun. Vatana millete şimdiden hayırlı olsun...

18 Mart 2019 Pazartesi

Yaş 29 : Elde var Sıfır...

Bu yazıyı okuduğunuz anda ben resmi olarak 29 yaşımda olacağım. 20'li yaşlarımın son yılı. Gençliğimin son düzlüğü, son 100 metre diyebiliriz. Kulağımda  TJK TV sunucusunun Gazi koşusunu anlattığı efsane yarış var. Son düzlüğe girilirken Gülbatur birinci, Şahbatur sondan geliyor. Gülbatur birinci, Şahbatur geliyor, Şahbatur geliyor. Gülbatur birinci bitiriyor. Evet bu yılki Gazi Koşusunu Süleyman Atlı ile Gülbatur alıyor :))) Önümüzdeki bir yıl içinde Gülbatur gibi finishi görmek için koşuyor olacağım. 

20'li yaşlarım boyunca ne hayaller kurmuşum. Bazılarından erken vazgeçmişim, bazıları ben de bir takıntı haline gelmiş hâlâ peşinden koşuyorum. Emekliliğime kalan prim günlerimi itinayla doldurmaya devam ediyorum. 

Muhtemelen iş yerinde pastanın üzerindeki mumları üflerken hangi dilekte bulunacağımı herkes bilecektir. Çünkü geride kalan 4 yılda hep aynı şeyi diledim. "İstifa Etmeyi". Tabi kimileri yanıma gelip götüyle gülecektir. Murat'cım sen istifa edemezsin, senin gibileri çok gördük falan diyecektir. Aklım ermeye başladığı günden beri aldığım kararların hep arkasında durabildim. İnanıyorum ki şartları en kısa zamanda olgunlaştırıp risk alacağım. 

Son üç yıldır intihar etme düşüncesi sürekli aklımın bir köşesinde. Çocukken böyle içimden istemsizce küfür etme dürtüsü gelirdi. Tövbe ederdim. Allahım ben istemiyorum şeytan vesvese veriyor derdim. Bugünse iş çıkışları metro beklerken trenin altına atlama isteği geliyor. Hatta bazen birisi bana bu iyiliği yapıp beni trenin altına itecekmiş gibi geliyor. Kimileri çok okuduğum için kafamın karıştığını söylüyor. Cesare Pavese, Bukowski, Didem Madak, Nilgün Marmara, Tezer Özlü okuduğum için intihar düşüncesi; acılara, içine düşülen yalnızlığa, başarısızlık hissine son verebileceğim bir tercih gibi geliyor bana. Oysa yaşam sevincim ve eğlenceli tarafım daha ön plandadır. Her insanın içinde bir yerlerde barındırdığı karanlık bir tarafı olsa gerek. 

Mesela yöneticilerim bu sene sana terfi vermeyelim seneye yönetici yaparız diyorlar. Gülüp geçiyorum. Bir sene daha yoğun tempo ile çalış. Kendini ispatlamaya devam et. Her dediğimizi yap. Elinden gelenin fazlasını yap. Uslu da bir çocuk olursan. Neden Şirinler köyünü görmeyesin ki! Bu zamana kadar iş hayatımda hiç pazarlık yapmadım. Hiç de talepkâr olmadım. Kimi arkadaşlarım bana aptal demeye devam ediyor. Ağlamayan bebeye meme vermez diyenler de var. Hepsinin canı cehenneme. Bugüne kadar hakkım olanı eninde sonunda aldım. Geç oldu ama oldu. O yüzden kimsenin nazik poposunu kaldırmaya niyetim yok. Zaten hakkım olanı vermediğiniz için bu kadar güzel kendimi ifade edebiliyorum ya. Şairliğimi biraz da sizlerin ibneliğinize borçluyum :)

Annem hâlâ oğluna güvenmemeye devam ediyor. Tuttuğumu koparamadığımı söyler genelde hep. Oysa herkes tuttuğunu koparırsa, kimseye tutacak bir şey kalmayacak dünyada. Bunu çocukken de söylerdi. Birileri bazı konularda hakkımı yediğinde neden hakkımı savunmuyorum diye azarlardı beni. Bense omzumu silker banane derdim. O insanları görmezden gelmeyi, bir daha selam vermemeyi yeğlerdim. Tabi iş hayatına girince böyle olmuyor. O sevmediğiniz insanlarla ikiyüzlü bir ilişkiye girmek zorunda kalıyorsunuz. Ama bunun adı ikiyüzlülük değil, profesyonellik oluyor. 

Binlerce kitap okudum, binlerce yazı yazdım, memleketin dört bir yanında futbol oynadım. Hayaller kurdum, kurmaya da devam ediyorum. Birkaç kişiden şu cümleyi duyunca kendi kendime çok düşündüm. "O kadar kitap okudun, ideal dünyayı ve hayallerini de yıllardır yazıyorsun. Ne değişti hayatında. Elde var sıfır. Daha bir şeyini göremedik." Evet bunu söyleyenlerin içinde Annem de var. 

Daha çok para kazanamadığım için hatta kazanmak için çaba sarf etmediğim için elde var sıfır.
 Normal insanlar gibi gerçekleştiremeyeceğim vaatlerde bulunamadığım için elde var sıfır. 
Küçük başarılarımı süslü sözlerle ambalajlayıp, hediye paketi yapamadığım için elde var sıfır. 
Diplomatik davranıp,profesyonel olmak yerine; duygusal davranıp dürüst olduğum için elde var sıfır. 
Kendimi mutlu etmenin yolunun başkalarını mutlu etmekten geçtiğini düşündüğüm için elde var sıfır.
Her geçen gün bir şeylerin yolunda gitmesi için alttan almaya devam ettiğim için elde var sıfır. 

Bazı şeylerin hayalini tek başınıza kurarsınız. Ama onları gerçekleştirmek için birilerine ihtiyacınız vardır. Benim kurduğum hayaller de böyle sanırım. Yalnız başına olmuyor. Hani tünelin sonundaki o ışığı görmek için saatlerce kazma-kürek sallayan madenci vardır ya. Ümidin tükendiği, sabrın kalmadığı o anda aslında birkaç kürek darbesi daha vursa ışığı görecektir. Umarım sonum pes eden o madenci gibi olmaz. 


9 Mart 2019 Cumartesi

Korkuyorum Hayattan...

Küçük bir çocukken uslu bir çocuk olursam ve derslerime çok çalışırsam babam istediklerimi alacağımı söylerdi. Çünkü benim bir şeylere sahip olmam için önce onu hak etmem gerektiğini henüz küçük yaşımda bana öğretmek istiyordu. 

Taa çocukluğumda çükümün yerini öğrenip bir erkek olarak ona göre davranmaya başladığımdan beri kızlarla olan ilişkime sirayet etti bu durum. Ben birisini hak etmeliyim. Kız eğer çok güzelse ben iyi biri olmalıyım, kız eğer yetenekli ise ben ondan yetenekli olmalıyım, kız eğer hızlı koşuyorsa ben ondan hızlı koşmalıyım. Bugün bana bu düşünce saçma geliyor ama o zamanlar doğa kanunu gibi bir şeydi bu. Hatta hâlâ daha öyle olabilir. O kadar national geographic belgeseli izledim babamla. Erkek aslan dişi aslan için avın başına geçerdi. Dağ keçileri ölümcül boynuz darbeleri ile dövüşürlerdi. Ne için dişiyi hak etmek için. 

Geçen gün sevgili kardeşim Mahmut bana "korkuyorsun oğlum" dedi. Evet korkuyorum. Birileri benden bir şey istediğinde korkuyorum. Çünkü istediklerini vermek için kendimi parçalıyorum. Nedenini bilmiyorum ama? İyi bir insan olduğum için mi? Yok canım daha neler. Üstüme babamın gölgesi düşmüş de ondan. Babam Afrika çöllerinde hayatta kalmayı başaran erkek aslan gibidir. Duygularını yitirmiştir ya da gerekmedikçe göstermez. Evindeki insanları doyurmak için, onları giydirmek için 30 yıldır durmadan çalışır. Acaba hiç düşünmüş müdür? Ben ne yapıyorum burada. Benim burada olmamam lazım.  Bu insanlar canlı canlı benim etimi kemiğimden sıyırıyorlar, demiyor mudur? Dese ne farkeder ki? 

Peki bu serüven nasıl başladı? Babam 27 yaşında evlenmeden önce babaannemi koluna takıp o karşı konulamaz dürtüye yenik düştü. "Evlenmeliyim." Tabi o zamanlar böyle sosyal medya yok. Evlilik birilerini kıskanıp girilecek bir risk de değil. Hayatın anlamı o kadar. Büyükleriniz artık kendi yuvanı kurman gerektiğini düşündüğünde "al bu şemsiyeyi götüne sok ve açılıncaya da kadar da çıkarma" diyorlardı. Ve babam 30 yıldır o şemsiyeyi çıkarmadan bizim için çalışıyor. Babamı eleştirdiğim için kendimden utanıyorum. Ama hayat böyle değil midir? Yaşamadan bazı şeyleri bilemezsin. Çocukken babam neden bu kadar yorgun, neden bu kadar bezgin, neden çalışırken bu kadar sinirli diye düşünürdüm. Ulan armut pişti ağzımıza düştü işte. Şimdi yazıyı daha da uzatmak için felsefe yapmayacağım. Ama Türkiye gerçeğidir maalesef bu. Eğer kimseye muhtaç olmayacağın bir gelir seviyen varsa ve aileni geçindirmek için binbir çile çekmek zorunda değilsen insan gibi yaşayabiliyorsun. Yoksa aksi durumda şemsiye paradoksu ile karşı karşıyasınız.

Şimdi benim yaşım 29 olacak. O saçma sapan dürtü benim de içime girmeye çalışıyor. "Evlenmeliyim". Peki "evlenmeli miyim?" Bugün sosyal medya diye bir şey var. Allah razı olsunlar, biz bekarlar için götümüze girecek şemsiyenin boyutunu santimine kadar paylaşıyorlar. Verilmiş sadakam varmış diyorum bazen. Benim gibi birini bile askerde bekleyen, evlenme hayali kuran kızlar oldu. Çok şükür onları benim gibi bir koca adayına mahkum etmedim. İlk yol ayrımında benim nasıl bir mal olacağımı anlayıp medeni insanlar gibi ayrıldık. 

Oğlum korkuyorum lan tabi ki. Benim bir insan evladına vereceklerim belli. Ama beni veremeyeceklerimle sınamaya çalışırsanız, hep daha iyisini, daha güzelini isterseniz ben ne yapabilirim. Şimdi içinizden birileri abartma canım, ajitasyon yapma sende  diyeceklerdir. Evet haklısınız. Zaten kendimiz için uygun insanla tanışabilseydik şu an bunları yazıyor olmazdık. Götümüze giren şemşiyenin çatısı altında mutlu mesut yaşıyor olurduk. 

İşe ilk başladığım yıllarda üç kuruş paraya çalışıyordum. Allahım ben önümüzdeki 40 yıl boyunca nasıl böyle çalışabilirim. Nasıl ayaklarımın üzerinde sapasağlam durabilirim diye düşünüyordum. Bu kazandığım parayla eve yardım ediyorum, kendime de üç kuruş para kalıyor. Ben nasıl birikim yapacağım, nasıl kendi yuvamı kuracağım diyordum. Allah yakarışlarımı duydu. Şimdi iyi bir kariyerim var. Borçlarım 6 yıl sonunda anca bitti. Birileri bana iyi yerlere geleceksin diye vaatlerde bulunuyor. Fakat ben korkuyorum. Çünkü o kısacık altı yılda ben çok değiştim. Sabırsız, sinirli, kızgın, yorgun biri olmaya başladım. Bu hayattan payıma düşen mutluluğu şimdi istiyorum. Hem de pazarlıksız ve koşulsuz. Oysa türkü tadında yaşayacak kadar şairim şu hayatı. Zorlu hayat şartları bizi ayakları üzerine sağlam basan birisi yapmış olabilir. Tuttuğumuzu koparan, elindekilerle yetinmesini bilen, fazlasını isteyemeyecek kadar tamahkar birisi de olmuş olabiliriz. Ama hâlâ küçük bir çocuk gibi korkuyoruz. 


5 Mart 2019 Salı

Ekonomi Analizleri: Asgari Ücretli'nin Demokrasi ile Sınavı...

    2019 yılında ikinci kez yazıyorum. Bir önceki yazımda yeni yıla girerken temennilerimden bahsetmiştim. 2 aylık süreçte bol bol okumaya devam ediyorum. Hayatımda bazı şeyleri yola koyabildim, borçlarımı bitirdim. Birkaç aya ekonomi patlamazsa kendime bazı konularda yatırım yapmayı planlıyorum. Fakat çalıştığım şirketin finansal durumunu ve Türk ekonomisinin genelini takip eden birisi olarak önümdeki 6 ayı bile göremiyorum. 

      Bir şey dikkatimi çekti. 6 ayda bir seçim ile ilgili değerlendirme yapar olmuşum. Siyasette bazı şeylerin yolunda olmadığı çok sık gerçekleşen seçimlerden belli oluyor. Çünkü iktidar kalıcı çözüm üretmekte yetersiz kaldığı için kısa vadede seçime giderek, toplumsal gerginliği arttırarak, insanların gelecek kaygılarını arttırarak sandıktan galip çıkmaya çalışıyor. Vaatler ekonomisine döndük. Güzel günler göreceğiz, güneşli günler diyorlar sürekli. Sanki kötü günlere onlar yüzünden gelmedik. Maalesef yıllar yılı şu gerçeğin farkına varıyor insan. Hz. Mevlana'nın çok güzel bir sözü vardır: "Sen ne kadar bilirsen bil, senin bildiğin karşındakinin anladığı kadardır."  Karşımızdaki insanları meramımızı anlatamıyoruz, onlar dinlemiyor, dinlese bile anlamak istemiyor. Uzlaşma ve hoşgörü kültürümüzü her geçen gün kaybediyoruz. Lafı fazla uzatmadan madde madde ekonomiyi değerlendireceğim. Herkes üzerine düşeni alsın ve düşünsün. Sorgulasın. 

       1. Şu an ülke enflasyon, faiz ve döviz kurunun yüksekliği ile aynı anda mücadele ediyor. Diğer yandan ekonomide bir durgunluk var. Ekonomik olarak büyüdük, son açıklanan verilere göre ihracatımız artarken, ithalatımız azaldı gibi haberleri okuyanlarımız var. İnanın ya da inanmayın demiyorum. Eskiden sıradan bir vatandaşın bu gibi verileri karşılaştırma imkanı olmazdı. Fakat bugün geldiğimiz noktada o küçük çevresine bir baksın. Alışveriş yaptığı marketin kasiyerleri kaç günde bir değişiyor. Maaşlarını gününde alabiliyor mu? Arkadaşları işten çıkarılıyor mu? İş arayanlar ne kadar sürede iş bulabiliyor. Her şey bir kenara hükümet serbest piyasa ekonomisi ile bağdaşmayan önlemler alarak enlasyonu, faizi ve döviz kurunu baskı altına almak istedi. Ama onu bile başaramadı. Seçimden sonra ne göreceğiz Allah her kesimin yardımcısı olsun.

        2. Tanzim satışları ile sebze, meyve ve bakliyat ucuza satılıyor. Son zamanlarda çokça duydunuz zaten. Devlet bu satışı yaparken haksız rekabete giriyor pazarcılarla. Vergi, mazot parası, işgaliye parası, günlük yevmiye, kira vb. giderleri ödemiyor. İşin ilginci Mısır'dan Soğan ve İran'dan da patates ithal ediyoruz. Kanada'dan nohut ve mercimek ithal ediyoruz. Geriye dönün bir zamanlar Uruguay'dan canlı hayvan ithal ettik. Şimdi bazıları bunun geçici bir süreliğine olduğunu söyleyebilir. Ben de onlara bi siktirin gidin oradan derim. Yarın öbür gün çiftçiyi nasıl motive edeceksiniz üretmek için. Ekonomiden sorumlu bakanımız küçük damat balık tutmayı değil balık yemenin keyfini sürüyor. Ceremesini Türk halkı çekecek. 

      3. Kamu bankaları (Ziraat, Halk ve Vakıfbank) ucuza kredi veriyor. Peki bu krediler verimli yatırımlara mı gidiyor. Tabi ki hayır. Bireyler ve şirketler aldıkları para ile borcunu ödüyor. Birkaç ay daha derin nefes alıyor. Devlet bankasından aldığı para ile özel bankalardaki borcunu ödüyor. Yarın öbür gün devlet bankasına olan borcunu ödeyemediğinde ne olacak? Kamu zararını vatandaşların vergileri ile kapatacaklar değil mi? Hadi yine iyisiniz leb demeden leblebiyi anladınız. Şunu hiç düşündünüz mü? Devlet bankaları borç verirken faizleri babasının hayrına mı düşürdü. Tabi ki hayır. Sizin bankadaki paranıza daha düşük faiz veriyor. Eee şimdi ekonomi eğitimi alan arkadaşlarıma sesleniyorum. Siz rasyonel bir birey olsanız bankada yatan paranıza düşük faiz verseler ne yaparsınız? Paranızı dolara ya da altına dönmez misiniz? Sanırım siz beni anladınız bu konuda başka sorum yok. 

          4. Enflasyonla topyekün mücadeleye gelelim. Siz inanıyor musunuz işletme sahipleri buna seve seve dahil oldu? Büyük holdingler ve büyük marketler zinciri bizzat bakan tarafından arandı. BİM'in yaşadığı diyalog bunun en basit örneği. Düşünün enflasyonu böyle bir şekilde baskı altına almalarına rağmen başarılı olamadılar. Seçimden sonra rehavete kapılıp ipleri gevşetince milletin amına koyacaklar tabiri caizse. 

       5. Ülkenin en büyük holdinglerinin milyarca dolar döviz borcu var. Ve borcu kısa vadede ödeyecek döviz stokunu geçtim, uzun vadede gelir yaratacak iş hacmi bile yok. Yani rahmetli Minsky'nin de dediği gibi Ponzi ekonomisine döndük. Borcun anaparasını geçtim faizini bile ödeyecek nakit girişi yok bu şirketlerde. Varlık satışları başladı. Büyük holdingler şirketlerini ya yabancılara satıyor ya da yabancı ortaklara hisse satarak onları ortak yapıyor. Günün sonunda düşündüğünüzde bunca yıllık emek üç kuruşa yabancıların eline geçecek. Zaten bu iktidar özelleştirme adı altında ne var yoksa satmıştı. Şimdi yerli yatırımcılarımızın elindekiler de gidebilir. 

             6. Her iktidar kendi zenginini yaratır. Mustafa Kemal Atatürk 15 sene iktidar oldu. Rahmetli Adnan Menderes dolu dolu 10 yıl iktidar oldu. Recep Tayyip Erdoğan ise 17 yıldır iktidarda. İstanbul belediye başkanlığı dönemini buna dahil etmiyorum bile. Bundan elli yıl önce alay edilen Türkiye 70 cente muhtaçtı. O yüzden yandaşlarına ne kadar servet aktarımı oldu az çok belli. Zaten yatırımlar devlet eli ile yapılıyordu. Elde edilen gelir ise devletin kasasına giriyordu. 

            Son 17 yıldır Türkiye'nin koca çınar kurumları özelleştirme adı altında birilerine peşkeş çekildi. Yeni zenginler ve müteahhitler yaratıldı. Fakat Türkiye'nin bugün geldiği konumu değerlendirecek olursak fakirden zengine doğru nasıl bir servet transferi yapıldı akıllara ziyan. Bırakın yedi sülalelerini ahirete bile yolluk yaptı bunlar. Savunmak için kıçını yırtan asgari ücretli vatandaşlarım. Cebindeki son model telefon Türkiye'de üretilmiyor, evindeki smart TV ülkendeki montaj sanayi ile üretiliyor. Ve sen bunları nakit parayla değil, gelecekte kazanacağın gelirini bankaya ipotek ederek borçla alıyorsun. Üstüne bir de faizini ödüyorsun. 

             Kısacası bu ülke bir Venezuela veya Somali değil. Bu ülkenin dünyanın dört bir yanında olsun, kendi içinde olsun yetişmiş, aklı başında binlerce hatta milyonlarca insanı var. Biz bu günleri de yeni iktidarlarla, hatalarımızdan ders çıkartarak çıkacağız. Taaa ki yeni Recep Tayyip Erdoğan'lar yaratana kadar. O yüzden durmak yok, yola devam...

Bir insanın ölümü düşünmek için haklı bir sebebi olabilir mi?

2021 yılında hiç blog yazmamışım. Ne olacak benim bu üşengeçliğim bilmiyorum. Halbuki eskiden her Allah'ın günü bir şeyler yazardım. 20&...