Bu iktidarla Türkiye siyasetinin çağ atladığını düşünüyorum. Sağ partileri tek çatı altında topladı. Sol partileri hiçbir zaman bir araya gelemeyeceği için parçalanmaya mahkum bıraktı. Bundan dolayı Sol partiler nereden oy devşireceğini bilemediği için sistemin dışında kalmış Sağ partilerle ittifak yapma yoluna gitti. Bugün bu senaryoyu izliyoruz.
İktidar partisi 17 yıl boyunca nakış nakış işledi. Bugün Türkiye'nin dış borç, iç borç ve hanehalkı olarak toplum borcu 1 trilyon dolar civarında. İş dünyası borçlu olduğu için avucunun içinde, insanlar bireysel olarak borca battığı için avucunun içinde. Yerel seçimde yerel sorunlar konuşulmadı. Recep Tayyip Erdoğan sazı eline aldı. Ülke tamamen merkezden yani Ankara'dan yönetilen bir ülke oldu. Bunun sakıncaları nedir diye soranlar Komünist Rusya örneğini inceleyebilir. Gelişmemiş bir demokrasi, insan hakları ihlalleri, yalan ile gerçeği ayırt edemeyen basın, hâk ile batılı ayıramayan halk, israf edilen ekonomik kaynaklar, polis devleti, ispiyonaj düzeni...
Muhalefet partilerinin tek olumlu yaptığı şey belediyeleri yönetecek olan adayların ön plana çıkarılması oldu. İktidar partisi için de yıllardır yapılan gözlem hâlâ geçerliliğini koruyor. İnsanlar yerel idarelerde yöneticileri değil Recep Tayyip Erdoğan'ın karizmasını oyluyor. Bu iktidar olduğu sürece ülkenin normalleşme sürecine gireceğini düşünmüyorum. Sürekli mücadele edecek bir düşman arıyoruz. Hal böyle olunca gerçekten mücadele etmemiz gereken sorunları göz ardı ediyoruz. Genç bir nüfusa sahip olan Türkiye enerjisini boşa harcıyor. Üretim yapması gereken gençler iş bulmakta zorlanıyor. İş bulanlar liyakatına değil siyasi ve kişisel referansına güveniyor. Muasır medeniyetler seviyesine ulaşmak için diğer ülkelerle rekabet etmemiz gerekirken biz kendi kendimizle yarışıyoruz. Dönem artık teknoloji çağı olduğu için gelişmeler çok hızlı oluyor. Hani klişeleşmiş bir laf vardır ya "Medeniyetin 50 yıl gerisinde kaldık". İşte artık teknolojinin gelişme hızı arttığı için daha fazla geride kalıyoruz.
Ben oyumu Bağımsız Türkiye Partisi adayı SELİM KOTİL'e vereceğim. Uzun zamandır Ekrem İmamoğlu ile Selim Kotil arasında gidip geliyordum. Kendimi ülkenin %95'lik seçmen kesimi gibi görmüyorum. Evet bir siyasi ideolojim var. Evet inandığım değerler, hayalini kurduğum bir yönetim tarzı da var. Ama bu sürekli alternatifi olmayan bir partiye oy vermem gerektiği anlamına gelmiyor. Ben de biliyorum Selim Kotil'in belediye başkanlığı seçimini kazanamayacağını. Hatta böyle adaylar için oyları bölüyorlar. O yüzden ya Ak Parti'ye verin ya da CHP'ye verin diyenler da azımsanmayacak kadar az değil.
Tüm adayların vaatlerini dinledim. Selim Kotil'in arkasında bir basın desteği ya da geniş bir parti kitlesi yok. O yüzden tamamen kendisini temsil ediyor. Çok iyi bir eğitim almış. Çok zeki ve kariyerli bir insan. Ekrem İmamoğlu kadar güler yüzlü ve efendi. Evet neden böyle diyorum. Bu seçimde muhalefetin adayları tüm kışkırtmalara rağmen, tüm iftiralara ve yalanlara rağmen sükunetini ve terbiyesini korumayı başardı. Selim Kotil İstanbul'un sorunlarını iyi tespit etmiş ve bunları nasıl çözeceğini ve nasıl kaynak yaratacağını çok iyi bir şekilde ifade etmiş. O yüzden bu parlak zekanın benim gibi düşünen insanlar tarafından desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum.
Peki o ağzınızdan düşürmediğiniz Demokrasi kelimesi ne anlama geliyor. Sürekli aynı yüzlere, aynı yalanlara kanmak zorunda mıyız? Beğenmediğim hatta artık tahammül edemediğim bu iktidara sırf birileri alışkanlıklarından vazgeçemediği için katlanmak zorunda mıyım? Aynı şey muhalefet partileri için de geçerli. Yenilikten anlayışları uyguladıkları politikalar değil, seçim yapıp yerine başka bir adayın gelmesi. O yüzden yeni yüzlere, yeni insanlara, yeni fikirlere, yeni söylemlere, kendi ayakları üzerinde durabilen insanların siyasete girmesine ihtiyacımız var. Genel seçimlerde bu tarz adayları görmek çok zor. Ama bari yerel seçimlerde yeni yüzlere şans verelim. Vermiş olduğunuz oyun sahibi illa ki iktidar sahibi olmak zorunda değil. Sizin düşüncelerinizi kamuoyunda yüksek sesle dile getirmesidir önemli olan.
Sonuçta eğer birilerinin verdiği işe, birilerinin verdiği aşa muhtaç değilseniz. İktidarlar tarafından maddi ve manevi açıdan sömürülmüyorsanız. Belediye başkanı kim olursa olsun herkese eşit hizmet sunmak zorunda. Ülke olarak bu eğitim ve düşünce seviyesini gelelim artık Allah aşkına. Ben mutlu, huzurlu ve refah bir ortamda yaşamak için birilerinin ayakkabı cilası olmak zorunda olmayayım.
Bir zamanlar demokrasiden büyük şeyler umulmuştu. Fakat demokrasi sadece halkın halk için halk tarafından sopalanması demektir. Son olarak gündemde olduğu için şunları söylemek istiyorum. Bir kişinin yaptığı yanlışı veya bir kişinin yaptığı doğruyu onun temsil ettiği partiye veya siyasi görüşe mâl etmemeliyiz. Yıllardır elinde şarap kadehi ile gezen, sözde aydın olduğunu iddia eden insanların sorumsuzluklarını diğer aydın insanlara yükleyerek onları solcu, kemalist, beyaz Türk diye yaftalayan bir kesim var. Aynı şey başı örtülü olan, muhafazakar ve mutaassıp bir hayatı olan, Allah korkusu olan, dini bütün insanlar için de yapılıyor. Ak Parti tecavüze ses çıkartmıyorsa, yolsuzluğa ve fuhuşa göz yumuyorsa bu diğer dini bütün insanları yobazlıkla suçlama hakkı vermez.
Bu yüzden bir çocuğa yapılan veya bir topluma yapılan terbiyesizliğin arkasına sığınıp işte bu yüzden oyumu inadına bu partiye vereceğim demek. Bunlar yarın iktidar olursa bizden intikam alacak diyerek rövanşizmden korkup inadına bir partiye oy vermek. Tamamen özgür bir iradenizin olmadığını ve akıl süzgecinden geçirip olayları değerlendiremediğinizi gösterir. Martın sonu bahardır veya İstikrar devam etsin söylemlerine aldanmayın. Gerçekleri görebilecek kadar bir aklınız, sorgulayabilecek kadar bir düşünceniz ve ülkenin bulunduğu durumu kabullenebilecek kadar yüreğiniz olsun. Vatana millete şimdiden hayırlı olsun...