Mutlu ve doyumlu bir yaşam için ne gerekir? Evet basit bir soru ve Hint asıllı Amerikalı profesör öğrencilerine bu soruyu sorarak dersine başlıyor. Amacı farklı bir şey yapmak ama nasıl tepki alacağını bilmiyor. Ve sonucunda binlerce insanın kalbine dokunarak ortaya muazzam bir çalışmaya çıkartıyorlar.
- Çok iyi sosyal ilişkiler: Eminim ki hepimizin yıllardır sürdürdüğü çok iyi arkadaşlık ilişkileri vardır. Çocuk iken aynı sıralarda oturduğumuz, sokakta beraber koşup oynadığımız arkadaşlarımızın düğünlerinde de oynayıp, çocuklarını kucaklarına almışızdır. Ben burada kendi adıma parantez açıp yıllar yılı bunları mümkün olduğunda az yapmaya çalıştığım için sosyal çevrem gittikçe daraldı. Bundan şikayetçi miyim? Sanırım değilim. Bir de iş arkadaşlıkları vardır ki; aslında üniversiteden mezun olduktan sonra ailemizden ve sevdiğimiz insanlardan daha çok yüzünü görüp, daha çok duygularımızı paylaştığımız insanlardır. Kimileriyle abi kardeş ilişkisi kurarsınız, kimileri ile arkadaş olursunuz. Fakat rekabet her zaman vardır. İşte asıl önemli olan bu rekabet içerisinde de bu ilişkileri yürütebilmektir. Zor olan da budur zaten. İş stresi, insanların sizden hep daha fazlasını beklemesi iş arkadaşları arasında bir süre sonra sevgi ve saygı bağlarının kopmasına neden olabiliyor. Ki bunu yaşayarak tecrübe etmiş bir insanım. O yüzden türk kadınlarının dediği gibi fazla muhabbet tez ayrılık getirir. O yüzden Mesafeli olun. "Kırıldığında insanlarla arana mesafe koyman gerekir. Hissediyorlarsa yanına geleceklerdir. Gelmiyorlarsa doğru mesafeyi buldun demektir."
- Amaçlılık hissi: Hayatımızı anlamlandırmaya çalışırız. Çalışanlar arasında yapılan anketlerin çoğundan işinden memnun olmayanların sayısı memnun olanların iki katı çıkmaktadır. Peki neden memnun değiliz? Bana çok soruyorlar bu soruyu. Annem klasik cümleler kurar hep: "Oğlum senin yerinde olmak isteyen binlercesi var." Babam da klasik cümleler kurar hep: "Ben kırk yıldır elalem için çalışıyorum. Senin kadar para kazanmadım. Üniversite mezunu değilim. Asgari ücret ile ev geçindirip, çocuk okutanlar var. Sen henüz yolun başında isyan ediyorsun." Aramızda kuşak farkı var. Aramızda eğitim ve zihniyet farkı var. Kısacası aramızda birçok fark var. İş yerlerimizde ne ile karşılaştığımızı, stres kaynaklarını, rekabet koşullarını bilmiyorlar. Ruh halimiz, yıllar yılı yaşadıklarımız hatta kurduğumuz hayaller. Bunların hepsi bizi diğerlerinden farklı birer birey yapıyor. Yani başkalarının çektiği sıkıntıların birebir aynısını biz de çekmek zorunda değiliz. Sevmediğimiz işlerde elbette ki çalışacağız. Sonuçta para kazanıp sevdiğimiz bir hayatı yaşamak istiyoruz. Fakat bazı haksızlıklara göz yumamıyoruz. Ülke içerisinde okuyan çocuklar arasında fırsat eşitsizliğinden söz ediyoruz. Yoksul, yetim, engelli çocukların da diğerleri gibi eğitim almaları gerektiğini söylüyoruz. Fakat bu engeller okuduktan sonra ortadan kalkmıyor. Ülke kalkınmak istiyorsa fırsat eşitliğini hayatın her tarafında sağlayabilmeli. Nitekim kendi iddiasına göre ülkenin en büyük holdinglerinden birinde çalışıyorum. Fakat fırsat eşitliğini henüz göremedim. İnsan kaynaklarının yönetimi sıfır. Ve her geçen gün yeni tanıştığım insanların işe giriş hikayelerini öğrendikten sonra kendi kendime şunu diyorum: "Aslında hiç kaybetmedim; sadece sistemin istedikleri kazandı. Meteliksiz olabilirim ama niteliksiz değilim!"
- Yaşama ilişkin pozitif bir yaklaşım: Mesela maaşımıza zam yapmadığı için patronunuza öfkelenmek yerine sizi işten atmadığı gerçeğine odaklanarak ona şükran duyabilirsiniz. Evet bu örneği ben vermedim. Profesör vermiş. Tabi ki katılmıyorum. Bu zihniyetle 100 kişiden 99'u mutsuz olur, mutlu olan bir kişi de zaten çok yaşamaz. Fakat benim demek istediğim paradan çok güven duygusudur. Bukowski'nin de dediği gibi "güvensiz kalplerimizi karaktersiz insanlara borçluyuz". O yüzden yöneticileriniz veya patronlarınız ile güvene dayalı ilişki kurmak en önemlisi. Parayı her zaman kazanabilirsiniz fakat güven her zaman kazanılmıyor. Mesela benim yöneticilerim gibi sizi karşısına alıp açıklayıcı iki kelime kurmak yerine aman nasılsa piyasada iş arayan bir sürü insan var. Bir de oturup bunun düşüncelerini mi öğreneyim diyebilirler. Ya da kısaca fırsatlar ve imkanlar deyip kestirip atabilirler. Bu yüzden bu tür şeylerle başa çıkabilmek ve güçlü bir sinir sistemine sahip olmak için yaşama dair pozitif düşünceleriniz olsun. Ama teslimiyetçi olmayın. Benimkisi isyan etmek değil, kendimce bazı şeylere boyun eğmemek, lafını esirgememek. Can Yücel'in de dediği gibi "Göte göt demek."
Çoğumuz günün birinde işimizden ayrılıp daha anlamlı bir şey yapmanın düşünü kuruyoruz. Fakat ilk adımı atıp anlamsız işimizden ayrılarak anlamlı bir iş arayışına girmekten korktuğumuz için bu da sonsuza kadar bir düş olarak kalıyor. Böylece hoşnutsuz bir yaşam sürerek "gerçek ağız tadı ve mutluluğu" bulmayı emekliliğe dek erteliyoruz. Tabi emekli olacak kadar yaşayabilirsek.
Hayattan keyif alabilmek, sevmediğimiz işlerimize katlanabilmek, insanlarla rekabet ederken aynı zamanda ilişkilerimizi de koruyabilmek için bir yaşam felsefesi edinmeliyiz. Umursamaz tavırlarla ve kalp kırarak her geçen gün yalnızlaşıyoruz. Yardımsever ve güler yüzlü olduğumuz zamanlarda ise bizi suistimal edip aptal yerine koyanlar oluyor. Aradaki ince çizgiyi görebilmek lazım. İşte o ip üzerinde yürüyebilecek kadar daha cambaz olamadık. Ama olacağız az kaldı...