29 Kasım 2012 Perşembe

Her şey Güzel Olacak...

         Bu sefer ekonomi ve siyaset hakkında yazmayacağım. Kendimi anlatmaya biraz olsun içimi dökmeye ihtiyacım var. Hayatımın belki de en kısır dönemini yaşıyorum. Onca yıl okuduktan sonra bir şeylerin değişeceğini umuyordum; ama hayat erkende olsa bazı şeyleri görmeme vesile oldu.

          Üniversiteden mezun olalı yaklaşık 5 aydır işsizim. İşsizim lafımdan gocunmuyorum, bu ülkede benim gibi milyonlarca insan var. Belki bugüne kadar çoktan iş bulmuştum fakat severek yapacağım ve bir ömür boyu idame ettirebileceğim ruhuma hitap eden bir iş aradığımdan hali hazırda boş geziyorum. Şimdi bana şunu diyenler olacak, su her zaman istediğin yönde akmaz o zaman  akıntıya bırak kendini yani bir yerden başla diyenleriniz vardır mutlaka...

            O zaman şöyle izah edeyim. 2 yaşında bir kardeşi ve benden beklentisi yüksek olan bir ailem var. Bir yerden başlayayım diyerekten iş hayatına atıldığım an hayatımın bittiği andır. Çünkü kendim için değil ailemin refahı ve mutluluğu, kardeşimin ise geleceği için çalışmak zorundayım. Bu demek oluyor ki Murat sahip olduğun hayalleri bir kenara bırak, gerçek karşında duruyor. Babam işe başladım bir yandan okurum bir yandan futbol oynarım derdim diyor. Şu an 52 yaşında sorsanız belki 36 yıl nasıl geçti hatırlamaz bile. Bu durumda olan yalnızca ben değilim insanlar için artık hayal kurmak bile lüks geliyor. Geçim derdi, evlilik, yuva kurmak, aileye bakmak, çocuk yetiştirmek, birikim yapmak, emekliliğini düşünmek sanırım gözümü oldukça korkutuyor.

           5 aydır iş görüşmeleri sayesinde İstanbul'un dört bir yanını gezdim, onlarca profesyonel insan ile tanışma fırsatım oldu. Hepimizin hayalini kurduğu iyi bir kariyer, yüksek bir gelir onlar için olağan bir şey iken hala mutluluğu bulamadıklarını söyler dururlar. İşte o zaman durup düşünesim geliyor. Canımı bu kadar sıkıyorken acaba iyi bir işim, kariyerim, güzel bir gelirim olsa tüm dertler bitecek mi ! Mutluluğu maddiyata indirgediğimiz  bu hayatta mutluluk diye bize elma şekeri satıyor olmasınlar.

           Kendim hakkında hep şunu derim: Cebi delik,gönlü zengin,kahkahası bol,hayatı sıradan yaşayan bir insanım. Beklentim sıradan bir hayat sürüp, sevdiklerim ile huzuru bulmak iken alay konusu olmak gerçekten ilginç bir durum. Ben insanları bulunduğu mevkiyle değil, göz koyduğu mevki ve hayalini kurduğu yaşam ile ölçerim. Belki hiçbir şey yolunda gitmedi ama hiçbir şey de benim yolumdan etmedi.
Elimde kitabım arkamda kitaplığım, etrafımda sevdiğim insanlar, akşamları samimi sohbetler, önümde yaptıklarım arkamda hayalini kurduklarım ve her şeyden önemlisi yaşanmaya değer bir hayat...

25 Kasım 2012 Pazar

Mutlu Olmak...

      Uzun bir aradan sonra başımı yastığa rahat koyacağım. İşsizliğim aklıma gelmeyecek, gelecek kaygım, askerlik, geçim sıkıntısı, kız meselesi koy g.tüne rahvan gitsin. Nedendir bilemiyorum ama mutlu olmamak için hiç bir sebebim olmamasına rağmen tutturmuşum idealist bir adam olma sevdası ömrümü heba ediyorum. Hayal ettiğiniz insan olmaya çalışmak içinizdeki insanı harcamaktır diye boşuna dememişler. Gençliğimin bu güzel günlerini bozuk para yapmışım azar azar harcıyorum.

        Sahip olduğum güzelliklerin farkında değilim belki de. Her hafta birbirinden komik insanlarla bir araya gelip gülüp eğlenmemizin yanında çıkıp aynı sahada top koşturuyoruz. Yeri geliyor gülüyoruz yeri geliyor dertlerimizi paylaşıyoruz. Ama ne olursa olsun omuza omuza verip zorluklara göğüs geriyoruz. Üzerimizde ilkokul önlükeri, boynumuzda suluklar varken başladığımız bu yolda yıllar geçti. Yeri geldik yıllarca birbirimizden ayrı düştük, yeri geldik bir telefon uzaklıktaydık, kimisi evlendi çoluk çocuğa karıştı, kimisi hala hayal kurduğu hayatın peşinden koşmakta. Ama bunca şeye rağmen birlikteliğimiz bozulmadı.

          Bugün kuzenimi istemeye geldiler. Yıllar geçtikçe her birimiz yuvadan uçuyoruz, az kaldı birkaç yıla sıra bana da gelecek. Elimizde çikolata çiçek dayanacağız kızın kapısına verir misin vermez misin? Gerçi sorun değil vermeseler de kaçırmak var işin sonunda ama temennimiz işin oralara varmaması. Dedim ya en başında kolayı sevmiyorum. İlla bir zorluk çıkaracağım önüme. Bugün kuzenimin o gülen yüzünü görünce bir kez daha anladım ki mutluluk aslında iki yüzük ve iki yüreğin birleşmesinden meydana geliyor. Gerisi nasıl olsa sevgi ile aşılıyor. İnşallah bu zorlu yolda engelleri kolay aşanlardan olurlar.

            

13 Kasım 2012 Salı

Sıcak Para; Ne Getirdi Ne Götürdü ?

    Sıcak para deyimini ekonomiyi takip edenler hatta takip etmese de ne zaman bir ekonomik dalgalanma veya çıkmaz olsa haber bültenlerinde duyanlarımız vardır. Hele de bu ülke Türkiye ise sıcak para deyimi bir kat daha önem arz eder. Sıcak paranın tam olarak bir anlamı yoktur ama genel kabul görmüş çevrimlerine bakarsak ; kısa dönemli spekülatif para girişleri veya aşırı dalgalanma anlamına gelmektedir. Bu açıklamayı yaptıktan sonra şimdi Türkiye için sıcak paranın ne anlam ifade ettiğini ve sıcak paranın neden bir ülkeyi tercih ettiğini anlatmak istiyorum.

     Sıcak para içinde birkaç eylem barındırır. Özellikle Türkiye yıllarca yüksek faiz-düşük kur politikasını uyguladığından dolayı biz yıllarca sıcak paranın ülkeye girişini şu şekilde anladık: Yüksek faizden faydalanmak isteyen yabancıların bizim tahvillerimizi ve hisse senetlerimizi alması ve mevduat yatırması. Halbuki sıcak para bir ülkeye sadece yabancıların bu işlemleri ile girmez. Örneğin son yıllarda bankalarımızın veya özel sektörün düşük maliyetlerden yurt dışından kısa vadeli borç para alması da bir sıcak para girişidir. Bunun yanında ülke vatandaşlarımızın da yurt dışında yapmış olduğu yatırımlardan elde ettiği kârları ülkeye getirmesi de sıcak para girişidir. Sıcak paranın bir ülkeye nasıl girdiğini izah ettik. Şimdi yüksek faiz-düşük kur politikasına değinelim.

       1980'den sonra gelişmekte olan ülkelerin çoğunda ve tabi ki Türkiye'de de etkisini gösteren serbest ticaret ve piyasa ekonomisi ülkelere giren döviz miktarında artışa neden olmuştur. Bununla birlikte birkaç Güneydoğu Asya ülkesi hariç bütün ülkelerde artan döviz, ithalatı arttırmış. Artan ithalatı ihracat karşılayamayınca önlenemez dış ticaret ve cari açıklar oluşmuştur. Malum bu açıkları kapatmanın en sağlıklı yolu ihracatı arttırıp ithalatı kısmaktır. Peki ihracat yapmak için ithalat yapmaya mecbursanız bu açıkları nasıl kapatacaksınız. İşte sıcak para böyle durumlarda devreye giriyor. Hiç yorulmadan, üretim yapmadan, istihdam yaratmadan döviz kazanmanın kısa yolu. Neden mi böyle diyorum çünkü ülkeye giren döviz hep yüksek faiz için gelmiştir. Doğrudan yatırım miktarı devede kulak kalıyor ancak.

       Enflasyondan arındırılmış yüksek faiz tek başına sıcak parayı çekmeye yetmez. Aynı zamanda döviz kurunun da düşük olması lazım ve ileride artmayacağının garanti edilmesi lazımdır. Daha açık bir şekilde ifade etmek gerekirse; bir yabancı olarak 100$'ınız var ve yüksek faizden yararlanmak için Türkiye'den hisse senedi ve tahvil almak istiyorsunuz veya mevduat hesabı açmak istiyorsunuz. Önce dolarınızı Türk lirasına çevirmeniz gerekir. Diyelim ki kur 1.60 olsun, 100$=160 TL olur. Yabancı yatırımcı %10 faiz veren tahvillerden aldı diyelim. Yıl sonunda elde edeceği faiz geliri 160*0.20=19.2 dir. Yani tekrar 100$ almak isterse eğer kur sabit kalmışsa 160 TL verip 100$'ını geri alabilecektir. Kazancı ise 19.2 TL veya 12$ olacaktır. Tabi bu kurun sabit kaldığını varsaydığımızda böyle oluyor. Ya kur düşerse o zaman geliri daha da artıyor. Yatırımcı kazançlı çıkmak istiyorsa döviz kuru sabit kalmalı veya daha da düşmelidir.

    Yüksek faiz-düşük kur politikasının Türkiye'ye döviz girişi sağladığı aşikardır. Peki reel ekonomiye verdiği zarar nedir? Türkiye 40 yıl boyunca neredeyse enflasyon canavarı ile yaşadı. Sürekli artan enflasyon haliyle nominal faiz oranlarını da arttırdı. Böylece Türkiye'de yıllarca yerli yatırımcı yatırım yapmaktan kaçındı, onlarda sahip oldukları sermayeyi faiz geliri elde etmek için kullandılar. Düşük kurdan dolayı ihracatçılar uluslararası rekabet ile başa çıkamadı. Türkiye 20 yıl boyunca düşük ihracat rakamları, dış ticaret ve cari açık, yüksek işsizlik rakamları, artan ithalat ve enflasyon ile yaşamaya mahkum oldu. Ve en önemlisi bu süreçte yaşadığımız 1994 ve 2001 krizleri de cabası.

      Son olarak bugün geldiğimiz noktaya değinmek istiyorum. 10 günlük süreç içerisinde ekonomi adına önemli haberler aldık. Kredi derecelendirme kuruluşu Fitch ülkemizin rating puanını yatırım yapılabilir seviyeye çıkarttı (BB+'dan BBB-'ye). Bu not arttırımı ile birlikte borsa yükselişe geçti, gösterge faiz tarihi rekor kırarak 6.40 gibi bir seviyeye düştü. Son yıllarda Merkez Bankası'nın uyguladığı politikalar sonucu bugün 1$:1.80 seviyesinde iken faizler ise %6-8 bandı arasında gidip geliyor, bunun yanında enflasyon rakamlarının %7-8 civarında olduğunu düşünürsek aslında bugün Türkiye'de reel faiz 0 hatta eksi rakamlarda. Peki nasıl oluyor da faizlerin düştüğü, döviz kurunun ideal seviyede ne çok düşük ne de aşırı yüksek olduğu bir konumda, ülkeye sıcak para girişi oluyor? Sanırım bunun cevabı da ortada. Özel sektör ve bankalar her geçen gün uluslararası piyasalardan borçlanmaya devam ediyor. Hele de şimdi ki not arttırımı ile Türkiye'ye olan güven artacağı için borç veren ülke ve kurum sayısı da büyük ihtimal ile artacak. Aynı zamanda düşen faizler de borçlanma maliyetinin azalmasına neden olacağından sıcak para girişinde bir aksama olmayacaktır. 

9 Kasım 2012 Cuma

24 Ocak'tan 2001 Krizi'ne;Bugünün Türkiye Ekonomisi

       2012 yılını da geride bırakırken son günlerde açıklanan kritik rakamlar ve not arttırımından sonra Türkiye'nin son 10 yıllık performansı ve 1980 sonrası gelişen Türkiye ekonomisini üzerine kafa yormak geldi içimden.

       1980 yılı malum 12 Eylül darbesi ile ülkemizde derin yaralar açılmıştır. Kimilerine göre ise bir yandan anarşi durdurulmuş bir yandan da 24 Ocak 1980 kararları ile Türkiye ithal ikameci politikalardan ihracatı teşvik edici politikalara geçiş yaparak ekonomi alanındaki zincirlerinden kurtulmuştur. Bu tarihten itibaren özellikle rahmetli Turgut Özal'ın başlattığı serbest ekonomi, liberal siyaset hareketi ile Türkiye'nin ufku oldukça genişledi. Son günlerde merhum Özal'ın ölümü araştırılmakta eğer zehirlendiği kesin olarak anlaşılırsa şu sonuca varabiliriz ki; birileri Türkiye'nin serbest pazar ekonomisine doğru şekilde entegre olmasını istemediğinden böyle bir siyasi komploya başvurulmuştur. Nedeni ise çok basit. Dış ticareti doğru yapan bir ülke her zaman uluslararası alandan kazançlı bir şekilde ayrılır. Türkiye hızlı ve sancılı bir giriş yaptığı pazar ekonomisinde yanlış uygulanan politikalar, siyasi istikrarsızlıklar ve komplolar ile 20 yıllık bir süreci yerinde sayarak geçirmek zorunda kaldı. 24 Ocak kararları ile oluşan değişimi anlatmak uzun süreceğinden dolayı asıl konumuz olan son 10 yıllık ekonomik kalkınmaya değinmek istiyorum.

     2001 krizini IMF'nin dayattığı politikalar ile atlatan Türkiye AKP'nin iktidara gelmesi ile hızlı bir atağa kalkmıştır. Şimdi aramızda iktidarı her alanda eleştiren ve yaptığı hizmetlerin, özelleştirmelerin altında bir çapanoğlu arayanımız çoktur. Diğer taraftan bunun tam tersi olarak padişahım çok yaşa diyerek iktidarın her yaptığına kalıbını basanlarda azımsanacak sayıda değildir. Bütün bu çelişkileri, ön yargıları bir kenara bırakalım rakamlar ile ekonomimizin yaşamış olduğu değişimi anlatalım.

      2001 yılına kadar Türkiye Merkez Bankası özerk bir yapıya sahip değildi. Gelişen piyasaları takip edip, tam istihdamı ve fiyat istikrarını sağlamak yerine Hükümetin finansmanlığını yaparak bütçe açıklarını kapatma görevini görüyordu. Hep eleştiririz o dönemleri faiz rakamlarının 3 haneli seviyelere merdiven dayadığı, enflasyon rakamlarının alıp başını gittiği, artan işsizlik ve terör olayları, yaygın olan adaletsizlik ve yoksulluk...Evet çok değil bundan 10-12 yıl önce Türkiye'de yaşananlar böyleydi. Peki yaşanan bu süreçte neler değişti?

       Özerk ve bağımsız yapıya kavuşan Merkez Bankası kendi görüşümdür bu görevini layıkıyla yapmaktadır. Yani gereksiz işlerle ilgilenmektense iç ve dış piyasaları takip etmekte, fiyat istikrarını koruma görevini yerine getirmektedir. Baktığımızda faiz oranları devlet tahvillerinde ortalama %6-7 arasında bankacılık sektöründe ise yıllık faizler %5-12 arasında değişmektedir. Enflasyon rakamları ise yıl sonunda hedeflenen rakamı söyleyecek olursak %7,4 civarındadır. Bütçede istikrar sağlanmış istisnai durumlar hariç genelde dengede veya fazla veren bir bütçe yaratılmıştır. Büyüyen bankacılık sektörümüz, inşaat sektörümüz ve otomasyon olarak otomobil sektörümüzde göze çarpan unsurlar. Sağlık alanında yapılmaya çalışan yenilikler, sanayi sektöründe Anadolu'nun da katkısının artması son 10 yıllık süreçte göze çarpan olumlu gelişmeler. Yiğidi öldür hakkını yeme lafı gereği iktidarın objektif olarak iyi yanlarını gözler önüne serdik. Tabii ki daha birçok önemli işleri olmuştur. Özellikle belediyecilik alanında yapılanlar, duble yollar, ulaşım sektörü saymak ile bitmez. Peki bu kadar olumlu icraatlardan sonra yakalanan yüksek büyüme rakamları, artan ihracat ve döviz rezervi, azalan enflasyon ve faiz rakamlarına rağmen Türkiye de neden gelir dağılımı adaleti sağlanamadı, emekliler ve sabit gelirliler kıt kanaat geçiniyor, işsizlik rakamları 10 yıl önceki rakamlar ile aynı. Gerçekten üzerine kafa yorulması gereken bir konu...

      2001 krizi döneminde yüksek faizlerin yanında yüksek enflasyon rakamları da olduğundan reel faizi de göz önüne alırsak yabancı yatırımcılar için Türkiye cazip bir yer değildi. Hele de siyasi istikrarsızlıkların yaşandığı bir ortamda. AK Parti iktidar olduktan sonra 6-7 yıl boyunca yüksek faiz-düşük kur politikası ile ülkeye sıcak para çekmeyi başardı ve halen daha da çekmektedir. Düşünün %15-20 lerde olan faiz rakamları ve %10-12 lerde seyreden enflasyon rakamlarına göre Türkiye o dönemlerde Euro bölgesinin en yüksek reel faizini veren ülke idi. Türkiye kalkınma atağını gerçekleştirirken cari açığını finanse etmek için lazım olan dövizi bu sayede elde etmiş oluyordu. Bunun yanında yapılan özelleştirmelerle de döviz rezervleri arttırılıyordu. Evet Merkez Bankası'nın ve Ali Babacan'ın başarısı bence takdire şayan. Kolay değil Türkiye gibi çalkantılı bir ülkede ekonomide ve ekonomi politikalarında istikrar sağlamak. Hele de bugünlerde artan ülke rating puanı ile faiz oranlarının tarihi seviyelere gerilediği, reel faizin neredeyse 0'lara yaklaştığı bir ortamda.

     Bunca olumlu gelişme nasıl oldu da tabana yayılmadı. Kimileri saçmalama öyle şey olur mu diyecek. Bunu derken de artan tüketimi,  açılan binlerce AVM'yi, hergün bir yenisi yapılan büyük konut projelerini örnek verecektir. Peki soruyorum hadi geçtim konut projelerini bakkal alışverişini bile kredi kartına taksit ile yapan halk, asgari ücret kazanmasına rağmen maaşının 2 katı değerinde telefon satın alan gençler varken bu ülkede biz gerçek bir kalkınmadan nasıl söz ederiz. Türkiye bugün kalkınabilecek dövizi bir şekilde buluyor, ama sıcak para ile ama borç ile ama da ihracat ile...Peki yarın bunlarda olmazsa ne olacak. Tasarruf olmadan büyümek ne kadar gerçekçi bir büyümedir.

      Son olarak kredi derecelendirme kuruluşu Fitch tarafından notu arttırılan Türkiye'de, siyasi istikrar ve ekonomi alanında elde edilen deneyim ile artık doğrudan yatırımların artması sağlanmalı ve istihdam düzeyi arttırılmalıdır. Bu sayede bir nebze olsun gelir dağılımı adaleti düzeltilebilir ve spekülatif olmayan bir büyüme trendi yakalanabilir. 

2 Kasım 2012 Cuma

Siyasi Zıtlıklar Üzerine Kurulan Cumhuriyet

   Uğur Mumcu'nun çok güzel bir sözü ile giriş yapmak istiyorum. Der ki; "Bu ülkenin insanları bilgi sahibi olmadan fikir sahibi oldular." Sanırım bu söz bugün bizim ülkemizde pek çok şeyi gözler önüne seriyor. Siyaset, ekonomi, futbol, iş hayatı o kadar rahat konuşulur ki Türkiye'de zannedersiniz ki konuşanlar bu konu hakkında master yapmış. Ben bu yazımda siyaset hakkında yapılanlara değineceğim.

    Dünya'da ordu ile din arasındaki en tezat ilişki sanırım bizim ülkemizdedir. Düşünün ordumuza peygamber ocağı deriz; ama özel hayatta insanların inancına ve ibadetine karışırız. Dini eylemlerin çoğunu bir irtica olarak gören ordu bunun üzerine onlarca eylem düzenler. Düşünün irtica ile mücadele yani gericilik ile mücadele eden ordu bu ülkede iki kez darbe yapıyor. Yani irticayı bizzat yapan durumuna düşüyor. Türk insanı mücadeleci ruhunu büyümek ve gelişmek adına değil de kendi içinde bölünmek ve dövüşmek adına kullanmış bugüne kadar maalesef. Öyle insanlar var ki; solcular yüzünden hak, hürriyet, adalet ve eşitlik gibi kavramlardan sağcılar yüzünden ise din, millet ve bayrak gibi konulardan soğur olmuş. 68 kuşağı gibi bir kuşak belki de bu ülkeyi 50 yıl ileri götürebilecek iken gençliği ve istikbali hapishanelerde veya geçim derdi peşinde yitip gitti. Geriye düşüncelerini ifade etmekten korkan, düşündükleri ile eylemleri birbirine tam zıt olan bir nesil yani bizler kaldık.

    Bu ülke çareyi sol'da, sağ'da, islami görüşte aradı. Ama hiçbiri bir araya gelip bu ülkeyi yönetemedi. Neden mi? İhsan hocamızın deyimiyle; işbirlikçi tarikat şeyhleri, yaltakçı aşiret ağaları, haysiyetsiz aydınlar, onursuz mollalar, imansız dindarlar, ruhsuz hocalar ve satılmış yöneticiler bu ülkenin vicdanını ve iyi niyetini yedi kemirdi. Cumhuriyet'e gavur icadı diyen kesim hiç bilmez ki bu fikir ilk olarak 1890'larda muhalif Osmanlı ilmiye üyeleri tarafından Kanun-i Esasi dergisinde dile getirilmiştir. (Bu Bedel,syf 30) Peygamber efendimizin cehalet batağından tutup çıkardığı Mekke'de kurulan devlet ilk kurulan İslam Cumhuriyeti değil midir? Adaletin hakim kılındığı, liyakat sahibi olan insanların yönetici olduğu, insanın hür iradesinin,can ve mal güvenliğinin sağlandığı bir Arabistan...

   İslamcı kesimin bir kısmı saltanatın ve hilafetin kaldırılmasından dolayı Cumhuriyete cephe almıştır. Bu tavırda beni çok şaşırtıyor. İhsan Eliaçık hocamız bu konuya da çok güzel değinmiş. Düşünün İslamiyet'te saltanat diye bir kavram yoktur. Peygamber Efendimiz öldükten sonra arkasında ne malk,mülk ne de ülkeyi yönetecek bir varis bırakmıştır. Fakat Muaviye ile birlikte ülke yönetimi veraset anlayışına dönmüş ve Osmanlı'da bu yöntemi benimsemiş. Saltanata son verdik peki hilafet. Bugün hilafet olsa idi tüm müslümanlık alemi birlik ve beraberlik içinde mi olacaktı. İlk üç halifeyi kabul etmeyen şii'ler bugünkü halifeyi meşru mu görecekti. Belki halife etrafında birlik ve beraberlik değil de koltuk peşinde kavga ve dövüş olacaktı...

   Ulusalcılar ile ulusalcı olmayanlar arasındaki mücadele...Bir taraf Türkiye laiktir laik kalacak, kahrolsun şeriat, Mustafa Kemal'in askerliyiz diyerek slogan atar. Diğer taraf kafatasçı sloganlar, kelime-i tevhidler ve şehadetler...Bu ülkenin herkese yeteceğini hala kavrayamadık. Açıp bakın 1921 yılında mecliste 64 asker 46 din adamı aynı sıralarda oturmuş. Ve meclistekiler vatanın kurtuluşunu sağlamış. Aynı şey bugün neden olmasın. Kral'dan çok kralcı olmanın lüzumu yok. Bu ülkenin insanları Diktatör Atatürk ile Padişah Erdoğan arasında gitgel yaşamak zorunda değil ki.

    Son olarak İhsan Eliaçık'tan aktararak : " Hz.Ebubekir Hz.Muhammed'in ölümü sonrasında, her kim Muhammed'e tapıyorsa bilsin ki Muhammed ölmüştür. Her kim Allah'a tapıyorsa bilsin ki Allah hayyu la yemuttur, o ölmez. Aynı şekilde kim Atatürk'e tapıyorsa bilsin ki Mustafa Kemal ölmüştür. Her kim Hakka tapıyorsa, bilsin ki Hakk(adalet) ölmez. Ve hakkıdır hakka tapan milletimin istiklal!

Bir insanın ölümü düşünmek için haklı bir sebebi olabilir mi?

2021 yılında hiç blog yazmamışım. Ne olacak benim bu üşengeçliğim bilmiyorum. Halbuki eskiden her Allah'ın günü bir şeyler yazardım. 20&...