Ellerim cebimde metroya doğru yavaş yavaş ilerliyorum. Yanımdan insanlar
koşarak geçiyor, kapanan kapıyı zorla açmaya çalışanlar var. Bizim
göremediğimiz ama birilerinin inandığı ortalardaki boş yerlere doğru ilerleme
çabası içindeyiz metroda. Nezaket yok, hoşgörü yok, gülümseme yok. Tren durağa
yaklaşırken aklımdan bir ibnelik geçmiyor değil. Kendimi trenin altına atsam da insanlar evine birkaç saat geç gitseler... Umurlarında mı ? Tabi
ki değil. Hatta ölünün arkasından beddua bile edeceklerdir. Hayat böylesine bir
hal almış işte.
Küçük bir çocuk iken yalnız kalmaktan korkardım. Her gün sokağa
çıktığımda muhakkak komşunun çocuklarını, en yakın arkadaşlarımı oyun
oynamaya çağırırdım. Ben gitmezsem onlar beni çağırırlardı. Bugün ise eski
dostluklarımın muhasebesini yapıyorum. Kimseden beş kuruş beklentim yok.
Kimsenin de benden bir beklentisi olmasın. Çünkü o kadar yüzsüz
insanlar olduk ki. Beni anlayanlar olacaktır. Mesela artık kitapçıları
saatlerce gezmek zorunda kalıyorum. Çünkü zor kitap beğeniyorum. Okuduğum kitap
ayırdığım zamana değsin. Aynı şeyi yeni tanışacağım insanlar için de
düşünüyorum. Mevcut arkadaşlıklarımı gözden geçiriyorum. 20 yıllık dostlarımı
bile aramaz oldum. Çocukken ömür boyu aynı mahallede oturup gazozuna maç
yapacağımızı düşünürdüm. Maalesef öyle olmuyormuş. Çocukken ne kadar da çok
konuşacak konumuz varmış. Bugünse iki kelimeyi bir araya getirip
laflayamıyoruz. Hatta yeri geliyor, karşılaşmamak için farklı yollardan
gidiyoruz.
İş hayatımda, özel hayatımda yapmacık olamıyorum. Bürokrasiyi
yürütemiyorum bir türlü. Can Yücel’in dediği gibi bizim orada göte göt
derler. Ben de herkese hak ettiği muameleyi göstermeye çalışıyorum. Ah keşke
kendimi daha iyi anlatabilsem. Fakat kendi babam bile beni anlamıyorsa, kendimi
başkalarına anlatmamın ne anlamı var ki… İstediğime istediğimi söylüyorum. Ben
gemileri değil, limanları yakmaya hazır konuma gelmişim. En iyisi için çalışıp,
kendimi en kötüsüne hazırlıyorum.
Nasihatler başladığında olabildiğince hızlı bir şekilde oradan
uzaklaşıyorum. Çünkü babanızın gözünde hala dünkü çocuk, yöneticinizin gözünde
hala ilk günkü acemisiniz. Sizin çektiğiniz zorlukların, ruh halinizin hiçbir
önemi yok. Ohoo onlar bizim yaşlarımızdayken neler neler gördü. Bizim de
çektiğimiz çile mi canım. Siz de Allah aşkına!
İyi gün kötü gün dostu gibi ayrım yapmıyorum. Sağ olsunlar mutluluğumuzu
ve başarımızı layıkıyla yaşama fırsatımız vermediler. Hep aman çocuğum
başkaları duymasın, ayıp olur. Kendi içinde yaşa. Kibirlenme, bu da bir şey mi
gibi laflarla geçiştirdiler. Başarılarımız başkalarınınkiyle kıyaslanınca küçük
geldi gözümüze. O yüzden iş hayatımda terfiyle parayla motive edemiyor kimse
beni. Sanırım artık daha az okuyup, daha fazla yazmak istiyorum. Paranoyaklık
derecesinde zamanı dolu dolu yaşamaya çalışıyorum. Oku, yaz, düşün, gülümse,
çok çalış. Bunca şeyin arasında vakit kalırsa bir kızı sevmeyi dene. Evet
sanırım bu aralar onu da denemeye çalışıyorum. Çok eksiğim varmış bir insan
olarak onu anlıyorum. Misal sabretmek çok önemli, karşılıklı anlayış, Güleryüz,
tevazu, az konuşup öz konuşmak, dertlere derman olmak, sırdaş olmak, iyi bir
arkadaş olmak bu yollardan tek tek
geçiyorum.
İşte öylesine bir ruh halindeyim yine. İçim içime sığmıyor. Bilmem kaç
katlı plazalarda, sırf aldığım diploma ve eğitim boşa gitmesin diye gençliğimi
çürütüyorum. Kazık çakmaya gelmedik bu dünyaya. İşi ahirete vurursak, sorgu
meleklerine aldığım sertifikaları ve ödülleri gösterip, birkaç da sağlam
referans vererek cennete gidemeyeceğim. O zaman nedir bu stres, bu telaş. Para kazandığım hayatı mı yaşayacağım. Yoksa
hayalini kurduğum hayat için mi para kazanacağım. Her zaman ikinci seçeneğin
peşinden koştum. Ümit ediyorum ki; emeğimiz, hayallerimiz, güler yüzümüz
karşılığını bulur bu hayatta. Ve bir gün oturup kurduğumuz cümleleri üç nokta ile değil, tek nokta ile sonlandırırız.
İşte o gün kendimiz olup mutluluğu
yakaladığımız gündür sevgili dostlar…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder