23 Ocak 2011 Pazar

GÜÇLÜ EKONOMİ,İSTİKRARLI POLİTİKA VE 1980'DEN BUGÜNE TÜRKİYE

Türkiye siyasi tarihi savaşlar,ittifaklar,antlaşmalar ve siyasi çekişmelerle dolu uzun bir serüvene sahip.Osmanlının gerileme dönemi ile denge siyasetinin hakim olduğu son 300 yıldan başlarsak,artık siyaset arenasında silahlı mücadeleden çok diplomatik mücadele daha da önem kazanmış durumda...
        Geniş bir yelpazede anlatmak tabi ki cilt cilt kitaplar alacak olan dış politikamızı bana yakın sayılabilecek 1980'den itibaren ele almaya çalıştım.Darbe ile başlayan ve merhum Turgut Özal'ın başbakanlığı ile başlayan piyasa ekonomisine geçiş ve kendi içimizde terör sorunu ile komşularla ilişkilerimizde daha somut adımların atılması Cumhuriyet tarihinde o güne kadar alışılagelmiş durumun değişeceği yönündeydi.
         1980 ihtilali ile mevcut düzende köklü değişikliklere gidildi.İlginç olan bu düzenlemeleri o güne kadar parlamenterlerin değil de ,askeri darbeyle gelen cunta yönetiminin yapmış olmasıydı.Siyasilerin yasaklı olduğu,demokratik uzlaşının gerek duyulmadığı, kanun tasarılarının sorunsuz bir şekilde meclisten geçtiği dönemde ekonomi de önemli kararlar alındı.Mal piyasaları dış pazara açıldı,ticaret kotaları altındaki ithalat politikası serbestleştirilmiş,döviz kuru yüksek bir devalüasyon ile esnekleştirilmiş,kovertibiliteye geçiş kararı alınmış.Ekonomi de yapılan bu yeniliklerin daha da etkili ve verimli olması münasebetiyle 1981 yılında SPK ve 1985 yılında İMKB hizmete açılmıştır.Darbe sonrası yürürlüğe giren bu uygulamalar devrim gibiydi,şöyle düşünenler olabilir daha önce mevcut kısır koalisyon hükümetleri iktidarlarını korumak için böyle kesin ve dönüşü olmayan kararları alacak cesareti sergilemekte aciz kalmış olabilirler.Ancak askeri cuntanın gelmesi ile yapılan bu yenilikler kapalı kutu olan ekonomimizin bohça halinde dışarıya sunulmasına sebep olmuştur.

        İngiltere örneğinde olduğu gibi piyasa ekonomisine geçiş ve özelleştirmelerle beraber ilk önce istihdam seviyesi ve reel ücretler arttı.Yatırım teşviki vergi indirimi politikaları uygulanmaya başlandı.Ekonomi canlandı,rakamlarda bu durumu tesciller nitelikteydi;ama nereye kadar.Özel ve kamu sektörünün uyumlaştırılamaması sonucu beklenen ve bilinen sonuçlar ortaya çıktı.Kayıt dışı istihdam arttı,emek arzının artması sonucu reel ücretler geriledi,vergi hasılatı azaldı,bütçe açığı çoğaldı.Artan ithalat ve ona ayak uyduramayan ihracat dış ödemeler dengesini ortaya çıkardı.Menkut kıymetlerin borsada satışa sunulması ile devlet iç borçlanma oranı arttı.Devlet kurumlarının ucuza özelleştirilip halka ek gelir sağlanma düşüncesi,yani gelir dağılımının iyileştirilip mülkiyetin tabana yayılması planlandı.Devletin finansman yükü azaltılarak sosyal hizmetlere daha çok gelir ayrılacaktı.Ama olmadı yok pahasına satılan kurumlar halkın değil,aile şirketlerinin ve bankaların eline geçti.
2002 yılı ülke açısından büyük önem arz ediyordu.Krizin etkilerinden yavaş yavaş kurtulmaya çalışan ve siyasi seçimlere hazırlanan Türkiye eski kadro,yeni vizyonu ile Ak Partiyi göreve getirdi.Herkesin düşüncesi Refah Partisinin devamı olacağı yönündeydi.Tersine yeni hükümet parti içinde hiyerarşiyi sağlayarak ve aralarına deneyimli ve ileri görüşlü siyasetçileri de alarak önce enkaz sayılabilecek ekonomiyi düzeltmeye koyuldu,bunun yapılabilmesi için önce IMF tehditinden kurtulması gerekti.Başarıldı,bugün IMF'den medet ummayan bir ekonomimiz var;ama herşey bizim istediğimiz gibi olmadı tabiki.IMF'nin istediği gibi özelleştirme faaliyetlerine ağırlık verildi.Elde edilen milyarlarca dolar gelirle borç faizleri ödendi,altyapı hizmetleri yapıldı ve en önemlisi sosyal hizmetlere olan gelir arttırıldı.Evet bunlar sayfanın görünen tarafıydı.Ya görünmeyen tarafı nasıl başarmıştık bunları?IMF'ye olan bağımlılıktan kurtulup,bunun üstüne yeniden yapılanmaya gidilmesi,kredi notlarının yükseltilmesi, yabancı yatırımların artması ve dolar rezervinin 20 milyar $'dan 75 milyar $'lara çıkarılması.Bunları üç maddede açıklar isek:
1)Cumhuriyet tarihinin en kapsamlı özelleştirmelerine imza attık.
2)Avrupada en yüksek faizi veren ülke olduk.
3)Dünya mortgage krizinden batarken,biz mortgage kredileri vermeye devam ettik.
        Son olarak bu uygulamalar sonunda ortaya çıkan bir tablo vardı,ekonomistler tarafından ortaya konulan.Cari açık artarken nasıl oluyor da bütçe açığı azalıyordu.47 milyarlık açığın 40 milyarı sıcak para geri kalanı ise doğrudan yatırımlar ile finanse ediliyordu.Avrupada bu oran tam tersi iken.Bütçe açığı azalıyordu,tabi ki bunun sebebi de toplanamayan gelir vergileri yerine KDV ve ÖTV'ye ağırlık verilerek vergi tabanın genişletilmesi ve gelirlerin arttırılması gösterilebilir.Son 30 yılda değişen çok şey oldu ekonomimizde; ama dünya da yerinde saymadı.Gelişmekte olan ekonomiler gibi büyüme trendindeyiz;siyasi istikrarın olması ekonomik istikrarı da sağladığı ortada;ama ekonomik bağımsızlığın olmadığı yerde siyasi bağımsızlığında konuşamılayacağı da aşikar...
        Ortadoğu ve Arap Dünyası ile İlişkiler
Gelelim diplomatik mücadelelerimize .Bulunduğumuz coğrafya itibarı ile hem Asya hemde Avrupa ülkesi sayılırız.Bunun yanında bölgesel bakarsak,Ortadoğu gibi verimli topraklara ve tarihten beri süre gelen kaos ortamına sahip bir bölge ile komşuyuz.Bölgesel güç olarak lanse edilen Türkiye bunun gerektirdiği manevraları bu bölgede gerçekleştirmekte.

        Avrupa Birliğine giriş planları rafa kaldırılırken,heralde haklı bir gerekçe vardı.Avrupanın durağanlaşması,ekonomisine yeni kaynak arayışına geçmesi, Ortadoğu ülkelerindeki hızlı kalkınma ve demokratikleşme çabaları dünyanın gözünü bu bölgeye çevirdi.Peki bu bölgenin binlerce yıldır tarih sahnesindeki önemini yitirmemesinin sebebi neydi?Verimli topraklar ve stratejik kaynaklara sahip olması,göç yolları üzerinde olması ve birçok neden...Bunun yanında dış güçlerin bu bölge üzerinde iştihanın kabarmasının en büyük sebebi de bu topraklar üzerindeki etnik bölünmeler ve milliyetçi hareketler sonucu kaos ortamının bulunmasıydı.
        Amerika'nın yeni düzeni kurmak amacıyla Irağa girmesi ile başlayan süreçte oldukça önemli gelişmeler oldu bu topraklarda.Irak'ta baskıcı bir rejimde yaşamını sürdüren halk,şimdi azalmaya başlasa bile silahların ve bombaların gölgesinde yaşam mücadelesi veriyor.Bu zor durumdan ayağa kalkması ise zor gibi görünüyor.Demokratikleşme çabaları etnik çatışma yüzünden yerini güçlünün güçsüzü ezerek kendi demokrasisini kurma safhasına gelmiş durumda.
Irağın uzunca yıllar çatıştığı İran ise,Amerika'nın Irak işgali ve Afganistan'da Talibana yönelik yapılan operasyonlarla birlikte;Saddam ve Taliban kıskacından kurtulması İran'ın bölgede büyük bir güce ulaşmasına sebep oldu.Saddam'ın devrilmesi ile bu ülkede Şii'lerin hakimiyetinin artması da İran için bir artı değer sayılır.İran'ın nükleer çalışmaları Rusya ve Çin ile yakınlaşması da ABD ve İsrail'i tedirgin etmektedir.Geniş açıdan bakacak olursak bölgede bu gelişmelerin olması Türkiye'nin izlediği politikaların şu doğrultuda olduğunu söyleyebiliriz .Komşularla sıfır sorun,vizelerin kaldırılması,serbest ticaretin yaygınlaştırılması ve en önemlisi de terör finansmanının kurutulması çabaları.Bu uygulamalara sırasıyla değinilirse:
        Komşular ile sıfır sorun:Cumhuriyetin ilk yıllarında bizle birlikte komşularımızda bağımsızlığını elde etme,varlığını sürdürme,parlamenter sistemi sağlamlaştırma ve ekonomik kalkınma gibi amaçlarla uğraşmıştı.2.Dünya savaşı,Soğuk Savaş ve siyasi darbeler gölgesinde herkes kendi kabuğuna çekildi.Bugün ise Türkiye sahip olduğu nüfusu,gelişmişlik düzeyi,ekonomisinin büyüklüğü ve birçok özelliği ile komşularına nazaran bölge de önemli bir güç teşkil ediyor,çevresindeki karışıklıktan uzak kaldığı sürece Türkiye gücünü daha pekiştireceğinden şüphe yoktur.
        Serbest Ticaretin Yaygınlaştırılması:Siyasi manevraları sonuca ulaştırmanın kesin yolu da ekonomik kazanım elde etmekten geçmekte.Vizelerinde kaldırılması ile işçi hareketlerinin artması,stoklanan ürünlerin elden çıkarılması,ihracat hacminin genişlemesi,döviz giriş çıkışının hızlanması sağlanabilecektir.Tabi ki denetimin de elden bırakılmaması lazım gelmektedir.Yoksa kayıtdışı ekonomi artabilir.
        Terör Finansmanının Kurutulması:İranla diplomatik yakınlaşma ve izlenen ılımlı politika bölge de her iki ülkenin de çıkarına olacaktır.Ortak sorun olan terörün kontrol altına alınmasında; işbirliği,sınır kapılarının sıkı denetimi,ortak politika izleme gibi uygulamalarla başarı sağlanılacağı göz ardı edilmemelidir.

        Türkiye olarak Ortadoğudan farklı olan özelliklerimize değinirsek;Türkiye liberal İslam'ı temsil ediyor,vizyon sahibi bir ülke olarak bölgede katılımcı ve etkin rol oynuyor.Geçmişindeki gibi politik meselelerde ayakbağı olmak yerine arabuluculuk faaliyetlerinde bulunuyor.Sivil toplum,merkezi devlet sistemine karşı kendini kanıtlama mücadelesini sürdürüyor.Tabi ki bütün bu meseleler AB,Kıbrıs ve Kürt sorununu da gözardı etmemizi gerektirmiyor.
       Batı tarafından Ortadoğunun görünen yüzü olmak hem Türkiye hemde diğer Ortadoğu ülkelerinin çıkarına hizmet ediyor.Yakın tarihimiz boyunca 1.Dünya Savaşında bağımsızlık hareketlerinin artması ile Türk-Arap ilişkileri de sekteye uğramıştı.Yüzlerce yıl beraber yaşayan,aynı gelenek ve göreneklere sahip olan,aile düzeni,inançları aynı olan bu iki toplum birbirine karşı uzun süre uzak durdu.Son dönem Türk dış politikası ile bu radaki soğukluk yerini,samimi ilişkilere ve güvene dayalı politikalara bırakırsa buradan en karlı Türkiye çıkacaktır.Başbakanın Davos'taki sert çıkışı,kendi ülkemiz değil komşu ülkeleride yeri geldiğinde uluslararası arena da savunması,Türk dizilerinin Arap dünyasını kasıp kavurması son dönemdeki Türk imajını bu bölgede hat safaya çıkardı.Bu olumlu gelişmeler sonucu artık çatışmalardan kurtulup,karşılıklı işbirliği ile güven tazelenmesi gerektiği apaçık ortadadır.Yıllar boyu ülke refahını ve gelişmişliğini arttırmak için yüzümüzü batıya dönerek kendi değerlerimizden uzaklaştık.Şimdi ise olması gereken ilgiyi göstermeye başladığımız vakit Arap sermayesinin ülkeye kontrollü girişi,döviz girişleri,karşılıklı ticaret antlaşmaları batının bize sağlayamayacağı imkanları ve refahı sağlayacaktır nitekim.

         Müslüman halkın çoğunlukta olduğu bu bölgede İsrail'in üvey evlat gibi yalnız başına kalması,saldırgan politikalar uygulamasına sebep olmaktadır.Bölgede kalıcı barışın sağlanması,demokratikleşme çabalarının artması ve ülkelerin gelir dağılımının iyileşmesi İsrail için bir tehdit unsuru olarak algılanmakta. Bu bölge, görmüş olduğu baskıdan kurtulduğu halde Müslüman halk terör eylemleri,saldırgan politikalar ile İsrail'in bölgede sürdüğü rahat yaşamı kısıtlayacaktır düşüncesi İsrail'in en büyük savunma kozu olmaya devam ediyor.Türkiye olarak sahip olduğumuz itibarı,siyasi deneyimi ve geleceğe dönük vizyonu kullanarak İran,Filistin,Suriye,Mısır ve Arap Yarımadası ile yapılacak işbirliği ile İsrail'in bölgedeki gücünü zayıflatabiliriz.
       Siyasi geçmişinden gerekli dersleri alan bir Türkiye, önce ülkenin refahını,toplum içindeki huzuru,barışı ve adaleti sağlarsa Cumhuriyetin 100. yılında neden eski itibarı ve gücüne kavuşmasın.Yeter ki sahip olduğumuz güce ve geçmişimizin verdiği deneyime güvenelim.Yazımı Konfüçyus'un güzel bir sözüyle bitirmek istiyorum:
"Artık karanlığa sövmeyi bırak!Kalk Allah aşkına bir mum da sen yak!"

Bir insanın ölümü düşünmek için haklı bir sebebi olabilir mi?

2021 yılında hiç blog yazmamışım. Ne olacak benim bu üşengeçliğim bilmiyorum. Halbuki eskiden her Allah'ın günü bir şeyler yazardım. 20&...