2 Haziran 2017 Cuma

Doğarken Güneş Ardından Tepelerin...

      Doğarken güneş ardından tepelerin, amına koyim teletabilerin diyerek aklıma çocukluğum geliyor. Hani şu saf ve katıksız mutluluğun ucundan ısırıp ısırıp yediğimiz günler. Aç martılar gibi nereye konacağımızı bilmeden rüzgar nereye götürürse gittiğimiz günler. Yoğurdu, makarnayı şekerleyip yediğimiz, pötibörün arasında çikolata sürdüğümüz, ekmeğin arasına salça sürüp tost yaptığımız, bir kutu kola ile bir paket biskrem'i 4 kişi döndüğümüz günlerden bahsediyorum. 

     Bir pazar günü öğleden sonra dilimizde şarkılar, omuzlarında babalarımızın hep bir ağızdan bağırıyoruz. Bu sevda bitmez, babadan oğula geçer diye inletiyoruz stada giden yolu. O daracık tribün girişinin kapısı ekmek arası sucuk kokuyor, kağıt helva, pamuk şeker, taze simit buyrun... 

      Annemiz elimize ilk kitabı tutuşturmadan önce biz duvar yazılarından öğrendik sokak edebiyatını. Her geçen gün ettiğimiz küfürler değişti, kafiye değişmedi. Cemal Süreya kim bilmeden "Ömür kısa, kuşlar uçuyor" dedik. Kelimeler Albayım, hiç bir anlama gelmiyor yazmışlardı bir duvara. Biz o duvara karşı yıllarca çift kale maç yaptık. Komşuların kızları daha henüz büyüyüp serpilmemişti. Evlerden duvakla çıkmadan, zillerine basıp kaçtığımız günleri özledik. Hani utanabildiğimiz günlerden söz ediyorum, heyecandan kulakların patlar, kalp atışlarını öteki mahalleden duyarlardı. Biz ilk aşkımızın bizden başkası ile ebediyete yürüyüşünü izledik.

        Bakınız hayat ne tuhaf değil mi? Küçücük dünyaları ev ile kahvehane olan adamların haspel kader okuyup adam olmuş çocuklarıyız. Nazım'ın da dediği gibi  babamızdan ileri, doğacak çocuğumuzdan geriyiz. Edebiyat yapmayın diyorlar bize. Ekmek aslanın ağzında. Kaç yaşımızda borca girdik hatırlamıyoruz. Ama bitmeyen borcun altında ezilmeye devam ediyoruz. Hangi para ile evleniriz derken, Ana verir, baba verir, amca verir derken düğün dernek bakmışsın gelin güvey olmuşsun. Çok geçmeden çocuğu koymuşsun. 

         Günümüz insanın çıkmazları bir başka. Annelerimiz gibi kadınların yokluğundan şikayetçiyiz. Bir lokma, bir hırka devri kapandı. Kepçeyi kazan yapan, damlayı göl yapan, sevgiyi çiçek yapan kadınlar yerini  çocuk da yaparım kariyerdecilere bıraktı. Babaanne deyimi ile sorsan on elinde on marifet olan kadına; dikiş yok, nakış yok, yemek yapmasını bilmez, ev ekonomisi hak getire, çamaşır bulaşık makinede, ütüyü kim icat etmiş? Kaynanalar çocuk baksın, başka işe karışmasın...Erkekler ikinci meslek olarak müteaahitliğe başladı. Kız istemeye giderken tapuyu noterde kızın üstüne yapıyorlar. Düğün dediğin havuz başı yemekli, balayına Roma bilemedin Barcelona. 

          Kim istemez mutlu olmayı, ama mutsuzluğa da var mısın? diyebileceğimiz kızlar daha çıkmadı karşımıza. Edebiyat akımı gibi, romantizm dönemi bitti. Realizm dönemini yaşıyoruz. Aza kanaat etmek karın doyurmuyor. Kendi ana babasını seçemeyen kadınlar evleneceği adamın anasını babasını seçmek istiyor. Para kazanmak tabi ki önemli, ama ayakları üzerinde durana kadar tökezleyen adamların da şans bulacağı, mutlu olacağı bir dünya olmalı. Ne diyor Sait Faik:"Dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey..."  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bir insanın ölümü düşünmek için haklı bir sebebi olabilir mi?

2021 yılında hiç blog yazmamışım. Ne olacak benim bu üşengeçliğim bilmiyorum. Halbuki eskiden her Allah'ın günü bir şeyler yazardım. 20&...