Gün doğarken evinden çıkıp işine giden milyonlarca insandan bir tanesiyiz. Evine aş, eşine aşk, arkadaşlarına mutluluk, ailesine sevgi götüren emekçileriz belki de. İnsan yaşlandıkça, deneyim kazandıkça, okudukça, yaşadıkça hatta hatalar yaptıkça öğreniyor hayatı. Eksiklerini görüyor, sahip olduklarını. Sabahın köründe işe gitmek için bir sebep buluyor kendine. Soğuk bir kış günü montuna sıkı sıkı sarınıp metroya yetişmeye çalışırken, ayakları çıplak bir şekilde, bir tas çorba için dilenen çocukları görünce sorguluyorsun kendini.
Bir yanda gerçekten ihtiyacı olduğu için sizin gözlerinizin içine bakan çocuklar, diğer yanda sizin iyi niyetinizi suistimal etmeye hazır insanlar. Bunca yıl ne için okudum, neye hizmet ediyorum. Yıllar önce neden ekonomi okumaya karar verdim diye düşünüyorum. Evet bu kararı ben verdim. Ailem değil. Çünkü 18 yaşımda edebiyat veya sosyoloji okuyarak para kazanabileceğimi anlatacak özgüveni bulamadım kendimde. O yüzden hayatımızın odak noktası olan parayı tanımalıydım. Ailem ekonomi okuyarak kolay iş bulabileceğimi düşünüyordu.Ben ise her geçen gün farklı şeyleri görüp, yazabileceğim konulara odaklanıyordum.
Gelinen son noktada Bukowski'nin dediği üzere; " Yaşama sevincimi sigortalı bir iş karşılığında sattım." Kurumsal bir şirkette sistemi düzeltmek yerine işleyen düzeni bozmamak adına çaba sarf ediyorum. Eğer borçlarımı bitirebilirsem arzu ettiğim hayata yelken açacağım. Bu süreçte varlığımla mutsuz ettiğim çok insan oldu diye düşünüyorum. Örneğin; 20 yıldır dost bildiğim insanlarla aslında çıkara dayalı bir ilişkim olduğunu anladım. Oysa ki bir avuç insan olarak hayatı diğer insanlardan farklı kavradığımızı düşünüyordum. Çocukken paylaştığımız bir kutu meyve suyu ve bir paket bisküvi ile yaşadığımız mutluluktan eser kalmamış. Çünkü ortada paylaşılacak bir şey kalmamış. Her şey büyüyüp para kazandığımız günden itibaren boka sardı.
Hiçbir zaman mutsuz bir insan olmadım. Mutlu olduğumun farkında da olmadım. Biraz kafası karışık, hafiften dumanlı belki de. Karamsarlık ile depresiflik arasında gidip gelen, mizaha yatkın bir mizaç ile kendim olmaya devam ediyorum. Mutluluğu değil de mutsuzluğu paylaşacak bir kız bulduğum gün, tozlu raflarda biriken kitapları bir kenara bırakıp hayatın tam ortasına atılacağım. Bu hayata bir kere geliyoruz, onu da bağıra bağıra yaşamak lazım öyle değil mi?
Fikirlerimiz, geleceğe dair düşüncelerimiz, kurduğumuz hayaller bizi biz yapan şeyler ise eğer; paylaşın arkadaşım herkesle. Okuduğunuz okul, sahip olduğunuz diploma, kazandığınız para sizi toplum içerisinde basamakları daha hızlı çıkmanıza sebep olabilir. Ama çıktığınız yerde tek başınıza olacaksanız ne anlamı var ki? Schumpeter'ın devletler için ortaya attığı fikir olan "yaratıcı yıkım" teorisini bir birey olarak yaşıyorum. Arkadaşlıklar yok oluyor. Beklentiler artık aynı oyunları oynayıp, birbirlerimizin evlerine misafirliğe gitmekten daha fazlası. Gazozuna maç oynadığımız günler de anılarda kaldı. Farklı fikirleri hoşgörüyle tartışabileceğimiz, yeni şeyler öğrenebileceğimiz, edebiyat, sanat, ekonomi konuşabileceğimiz, ne olursa olsun kendimiz gibi davranabileceğimiz bir arkadaş ortamına ihtiyacımız var. En azından ben öyle düşünüyorum. O yüzden eskimiş duygusal bağları bir kenara atıp, yenilerini inşa etmenin vakti gelmiştir. Özgürlüğe giden yol LOADING...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder