14 Temmuz 2024 Pazar

Nabıcaz be Kamil?

Galiba günden güne konuşma ve yazma kabiliyetimi kaybediyor gibiyim. İnsanları belli bir süre boyunca dinlemekte zorlanıyordum zaten. Kemal Sunal gibi ağzımı açar açmaz, donup kalıyorum. Derin bir iç çekip, konuşmamın boşuna olduğunu anlıyorum. Bir zamanlar çok konuştum, bir faydasını görmedim diyordu Erdal abi. Ah o eski günler geliyor aklıma. Twitter, Facebook ve blogda yazılan binlerce yazı. Eş, dost, akraba demeden girişilen polemikler. En iyisini ben biliyorum. En haklı benim. Yunan tragedyalarındaki gibi topluluğa nutuk çekmeler. Küçük dağları ben yarattım amına koyim. Bugünkü halimle o günkü zamanlara bakınca ne kadar da aptalmışım diyorum kendi kendime. Ama şu da bir gerçek ki; makul ve aklı selim birisi olabilmek için bu aptallık yollarından geçmemiz gerekiyor. 

17 yaşında yazdığım ilk yazılarda en çok vurgu yaptığım şey "ben bir gün mutlu olacağım" mottosuymuş. Gören de Üvey Baba dizisindeki Lamia gibi çocukluk yaşadım zanneder. Başka bir evrende babam veresiye rakı almaya gönderip, sonra da kemerle dövüyordu belki de. 

Jack London'ın Demir Ökçe romanından nasıl etkilendiysem lise yıllarında avukat olacağım demişim. Ernest Everhard mısın be mübarek. Ara sokaklarda Proleterya'ya meyve kasaları üzerinde aforizma kasarken "La Viva Revolution" diye bağırdığımı hayal ediyordum sanırım. Fazla Amerikan filmine maruz kaldığımdan olabilir. İtiraz ediyorum hakim bey...  

Üniversiteye girişte yapmış olduğum tercih hatasının ceremesini aradan 16 yıl geçmesine rağmen hissediyorum. Futbolculuk hayalleri peşinde koşarken kafam Leylaydı. Annemi saraylarda yaşatmanın kısa yolu transfer olmaktan geçiyordu. Hesapta olmayan ise; sakatlandıktan sonra bir daha hiçbir şeyin aynı olmayacağıydı. Babam bir sene daha hazırlan oğlum belki iyi bir üniversiteyi kazanabilirsin diyebilirdi. Fakat 2007-2008 yılındaki Finans krizi bizim evi teğet geçmemişti. Babam işsiz, annem çaresiz, bense bavulumda hayal kırıklıklarım; aklımda ise onlarca düşünce ile memleketin yolunu tuttum.  

İyi bir üniversiteye gidemiyorsam; iyi bir öğrenci ve entelektüel biri olurum diyerekten sıvadım kolları. Üniversitenin ilk senesi kitap fuarından posta çeki karşılığında yaklaşık 1.000 tane kitap aldım. Ulan o kitapların borcunu üç senede ödedim. 2008 yılında 2.000 lira vermiştim o kitaplara. Tüm klasikleri hatim ettim. Ekonomi, felsefe, siyaset, sosyoloji, antropoloji... Şimdi ananızı laciverte boyadım diye geziniyordum ortalarda. Facebook'ta racon değil, kafa kesiyordum. Melih Gökçek Ankara'yı parsel parsel Fetö'cülere satarken biz klavye şövalyeliği yapıyorduk. Ta ki 19 yaşında eve gelen ilk tebligatla, savcılığa ifade verene kadar. Sen misin birkaç milyon izlenme alan blog yazarı. Volkan Konak'ın manidar şarkısında dediği gibi "Elumuze verdiler..."



İktidarı eleştir; bir muhaliflik. Cemaate küfür et, iki iftira. Sistemin ırzına geç; üç halkı kine ve isyana teşvik. Her gece düşüncelere dal; nereden baksan overthinking. Heriflerin yalanlarını ifşa et; beş gammazcılık. Bütün bu bokları yedikten sonra savcının suratına bakıp kusura bakmayın abi kaza oldu diyemezsin. Adamın götünden kan alırlar Kamil kan!

Okul bitti nihayet. Diplomayı rulo yapıp elimize verdiler. Artık götümüze nasıl sokacağımız bize kalmıştı. KPSS ile devlet memuru olsam muhtemelen dilimi tutamadığım için ihraç ederlerdi. 90 puanı çöpe attım. Yüksek lisansı birincilikte bitirdikten sonra akademisyen mi olsam dedim. Üniversiteye ya kayyum atadılar ya da hocaları işinden kovup hapse attılar. Bir ömür özel sektörde kim çalışacak amk dedim. 

10 senedir sistemin en sadık kölesi olarak çalışmaya devam ediyorum. Artık ben de küçük bir burjuvayım. Kuyruğu dik tutmaya çalışıyorum ama nafile. Okulda yetmiyordu bir de şirkette anarşiklik yaptık. Orada da adımız çıktı iyi mi? Utanmasam şirketin duvarına Faşo Ağa yazacağım :) Benden bi sikim olmaz ha! Kariyer de yalan oldu. 

Belki 35'imden sonra Chuck Palahniuk gibi Dövüş Kulübü'nü yazar meşhur olurum diye hayal ediyordum ama ben bile kendi yazdıklarımı okumaya üşeniyorum. Elalem niye okusun. Ha gerçi piyasada yazarım diye gezinen bir sürü sik kırığı var. İmza günü bile düzenliyorlar. Kanalıma hoş geldiniz göt laleleri. Bugün size Nilgün Bodur'un "Akıllandım Artık Şimdi Daha Malım" kitabından bahsedeceğim. 

İlişkiler konusunda da işler umduğumuz gibi gitmedi. Yok zihinsel olarak hazır değilim, yok biraz kariyer yapayım, acaba daha iyisi karşıma çıkar mı, geçim kaygısı, dünya kavgası, varoluşsal sancılar derken gül gibi kızların ahını aldık iyi mi!  Eternal Sunshine of The Spottless Mind filmindeki Joel gibiyim. Geçmişteki ilişkilerim aklıma geldikçe ben nasıl kaçırdım bu kızları diyerek kafayı yiyorum. Hafızama reset atmaya ihtiyacım var. Kendimden şüpheye düşmeye başladım. Eskiden bu kızlar benim neyimi sevdi acaba? Çünkü bugünlerde evlenilecek kız kalmadı moduna girdim. Hiç olmadığım kadar hazırım. İşler güçler iyi, diplomaları götümüze soktuk, gezdik gördük eğlendik, insan-ı kamil olduk... Eeee hani vadedilen kutsal topraklar :) Bizimkiler dizisindeki Dumkof gibi olacak sonumuz. 40 yaşında evde kalmış çocuk ruhlu sapık. "Öyleee Yumuşak yumuşak..."

Velhasıl kelam şimdi ben bunları neden yazdım? Niçin yazdım? Nasıl yazdım? Buna izaha gerek yok. Okuduğunuz üzere yazdım. Yazmayabilirdim de. Ama yazmış bulundum bir kere. Yıllardır yarım bıraktığım bir sürü romandan sonra, anladım ki ben roman yazarı değilim. Benim ekmeğim anlatı yazarlığında. Fernando Pessoa'nın Huzursuzluğun Kitabı'nı örnek alıp kendi ezik hayatımı anlatmayalım. Sonra tüm bu yazdıklarımı derleyip toplayıp kitap haline getirebilirim. Allah'ım sen bana yazma gücü ver. Hazır dua etmeye başlamışken; bir adet oyun bilgisayarı, Halstadt bileti, minyon çekik gözlü zeki çevik akıllı ve kafa dengi bir gacı... Veleddalin Amin! 

 

 

 

 

 

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Dünyaya hoş geldiniz orospu çocukları!

Çocukluğumdan beri her zaman yaşadığım bir duygu vardır. Bunaldığımda kaçıp saklanabileceğim bir yer bulmak ve orada yalnızlığın verdiği ses...